Translate

20 Nisan 2014 Pazar

UZUN HASAN
Uzun Hasan 1423 yılında Diyarbakır'da doğdu. Akkoyunlu hükümdarı Ali Bey'in oğlu Cihangir, babasının ölümü üzerine tahta geçmişti. Uzun Hasan, kardeşi Cihangir'in emri ile yaptığı askeri mücadelelerden sonra, giderek güçlendi ve kardeşi Cihangir'i başkentten uzaklaştırarak Akkoyunlu hükümdarı oldu.
Trabzon Rum İmparatoru'nun kızı Katerina Despina ile evlendi. Trabzon'u Osmanlı saldırısına karşı koruyacağına söz verdi. Uzun Hasan, ayrıca İstanbul'a elçi göndererek, Trabzon Rum İmparatorluğunun her yıl verdiği verginin affedilmesini ve karısına çeyiz olarak verilmiş olan Kayseri yöresinin teslimini istedi. Fatih Sultan Mehmed bu istekleri reddetti. 1461 ilkbaharında Trabzon seferine çıktı. Osmanlı akıncıları karşısında başarısız olan Uzun Hasan'ın kuvvetlerinden yardım alamayacağını anlayan Trabzon Rum İmparatoru David Komnenos, 26 Ekim 1461'de Trabzon'u, Fatih Sultan Mehmed'e teslim etti.
Uzun Hasan bu gelişmelerden sonra ülkesini Gürcistan, Suriye ve Azerbaycan yönünde genişletmek için harekete geçti. Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah'ı yenilgiye uğrattı. Giderek güçlenen Akkoyunlu ülkesi, Horasan dışında bütün İran'ı, Ermeniye'yi ve Mezapotamya'nın önemli bir kısmını kapsıyordu. Uzun Hasan bundan sonra Osmanlılarla mücadeleye girişti. Karamanoğlu Pir Ahmed ve Kasım Beylere yardım ederek onları Osmanlılar aleyhine kışkırttı. Akkoyunlu kuvvetleri 1472'de Tokat'a baskın yaptılar. Ayrıca Akkoyunlu kumandanı Yusuf Mirza, Kayseri, Karaman, Hamideli yörelerini ele geçirdi.
Bunun üzerine Fatih, doğuda kendisi için tehlikeli duruma gelen Uzun Hasan'ı ortadan kaldırmaya karar verdi. Osmanlı ve Akkoyunlu kuvvetleri 11 Ağustos 1473'de Otlukbeli'nde karşılaştılar. Osmanlı topçusu tarafından kuvvetleri bozguna uğratılan Uzun Hasan İran'a çekildi. Akkoyunlular Devleti'nin merkezini Tebriz'e naklettiler. Uzun Hasan Gürcistan seferinden dönerken hastalandı ve kısa bir süre sonra 1478 yılında Tebriz'de öldü.

16 Nisan 2014 Çarşamba

RUDOLF DİESEL
Dizel motorların mucididir. Buhar motorlarına uyguladığı bir takım mekanik değişiklikler sonrası performansdan %10 kazanç sağladı. Bir gün Diesel bazı şeylerin normal olmadığını düşündü: Kav parçalarını ufak bir cam tüpe koydu. Bir piston yardımı ile, Havayı tüpe sıkıştırdı ve kavın yanmasını sağladı. Bu deney sonucu alınan başarılı sonuç onu dahada hareketlendirmişti. 1885'de Paris'de bir laboratuvar açtı, 1892'de ilk patentini aldı. 1893'ün Ağustos ayında Almanya'nın Augsburg kasabasına geldi, MAN AG (Maschinenfabrik Augsburg-Nuerenberg)'de 3 metrelik demir silindirli, pistonlu bir düzenteker oluşturdu. Buhar motoru yavaş yavaş yerinitermodinamik motora bırakmaya başlıyordu. Diesel buna Atmosferik Gaz Motoru adını verdi. 1896'da yeni motor sistemini gururla tanıttı. Teoride %75.6 fazla verim alıyordu. Elbette bu teori sağlanamadı, Tek yanmalı motoru geçmiş yüzyılın en heyecan veren buluşlardan biri olmuştu.. Rudolf Diesel'in hayali büyük endüstüriye bilgisinden vermekti. Bu hayali fazla uzun sürmedi, gelişmiş endüstüri O'nun bilgisinden yararlanmakta geç kalmadı, Diesel'in motorlarına tüm dünyadan talep vardı, O'nun motorları artık gemilerin, elektrik santrallerinin, pompaların ve rafinerilerin standart motorları haline gelmişti. 1908'de Diesel ve Saurer firmasından İsviçreli bir mekanik 800 rpm hızla çalışan motoru yarattılar. Ancak otomobil endüstürisi Diesel'in motorlarına adapte olmada zorlanıyordu, bu yüzden tercih edilmiyordu. MAN bu konuda ilk oldu, 1924'de, MAN'ın ürettiği bir kamyon direkt enjeksiyonlu dizel bir motoru kullanan ilk vasıta oluyordu. Ardından Alman Benz & Cie bu motorları kullanmaya başladı, İlk dizel Mercedes-Benz 1936'da yollara çıktı.Rudolph Diesel motorun otomobil endüstirisinde yükselişini göremedi. Çünkü 1913'te İngiltere'ye giden bir vapurda intihar etti.
İngiltere'ye gitmek için Hamburg limanında bindiği Dresden vapurundan bir daha inmedi. Çünkü 1913'te İngiltere'ye giden bir vapurda intihar etti. Ölüm tarihini bir gün öncesinde günlüğüne yazmıştı.

CEZAYİR VİLAYET OLUNCA
Kanuni Sultan Süleyman, Hızır Reis'in kıymetini bilir ona "Cezayir Beylerbeyi" payesi verir. Barbaros Hayreddin hattı hümayunu öper başına koyar. Hil'atı fahireyi omzuna atar, sorgucu sarığına, kattareyi boynuna asar. Som sırma ayetler yazılı yeşil sancakla, al flandarayı çekip İstanbul'a yelken açar. Kanuni onu tereddütsüz Kaptan-ı derya yapar, önüne koca imparatorluğun imkanlarını koyar. 
Hızır Reis Padişah duası alınca öyle mesrur olur ki nice yetim kızcağızları everip öksüz oğlancıkların elini tutar. 
O hızla Akdeniz'e çıkar ve bir anda yüzlerce tekne vurup binlerce esir tutar ki bunlar İspanyol kralının en seçme adamlarıdırlar. 
Hızır Reis eline geçen 36 amirali ne yapacağını alimlerden sorar. Cevap çok nettir: "Ey mücahidlerin başı! Bu adamlar hem kanlı katildir, hem de derya işlerinde ustadırlar. Serbest kalırlarsa yine denize çıkar ve Müslümanları kırarlar. Bunları ya hapseyle ya cellada yolla!"
Hızır Reis de gereğini yapar. 
Ancak bu amiraller içinde Kırando adlı biri vardır ki İspanya'nın en güçlü ailesine mensuptur. Akrabaları gelip kralı sıkıştırır Kırandoyu kurtar diye yalvarırlar. Kral güvendiği bir papazı Cezayir'e yollar. Adam Kırando'nun ölüsü için bile milyonlarca altın vermeye razıdır ancak Barbaros Hayreddin Paşa "bizim paraya ihtiyacımız yoktur, var Kralın olacak adama söyle benzer hadiseleri yaşamak istemiyorsa Müslüman kanı dökmekten vazgeçsin" diye haber yollar. 
Adamları "A be Reis" derler, "bu keferenin laşesini verip altınları alaydık ya!"
-Hayır! Murdarın alımı satımı caiz olmaz!
Tunus yerini bulunca
Barbaros bir ara Cezayir'e dönerken rüzgar onları Tunus sahillerine atar. Tunus Beyi "bize olacak oldu" der, pılısını pırtısını toplamadan çöle kaçar. Ağalar, kethüdalar baştardaya (amiral gemisine) gelip bağlılıklarını sunarlar. 
Hızır Hayreddin Reis "Ya İlah'el alemin" der, "sana malumdur ki bu günahkar kulunun buralara uğramak gibi bir niyeti yoktu. Sen her şeyin iyisini bilirsin, hakkımızda hayırlar eyle" deyip başını şükür secdesine koyar.
Tunuslular da baş başa verip "beyimiz Osmanlıya ihanet etti işi rast gitmedi, o ki üç tuğlu vezir yurdumuza gelmiş bize itaat yaraşır" der ve Barbaros'un yanında olurlar. 
Cezayir limanının hemen dışında bir ada ve iki burç vardır ki burası eskiden beri İspanyolların elindedir. Adamlar keyiflendikçe ateş açar şehirdeki evleri, minareleri vururlar. Çok mahir bir topçuları vardır ki özellikle müezzinleri öldürmeye bakar. Barbaros ada komutanına bir mühlet verip çıkmalarını ister. Ancak onlar harpte karar kılarlar. 
Müslümanlar 7 topla birden ateşe başlasalar da ejderhayı andıran iki burcu almak kolay olmaz. Barbaros o gece rüyasında bir pir görür, nurlu ihtiyar göbekli burcun lağımlarını gösterip fethin önünü açar. Lağımları barutla doldurup "mayna (teslim) olacak mısınız göğe ağdıralım mı" diye sorarlar. Papazlar "göğe ağmaktansa sağ kalmak yeğdir" deyip teslim olurlar. Ancak Müslümanları 140 gün uğraştırdıkları için alıp başını gidemez alayı esir olurlar. 
Sıra gelir San Pavlo burcuna, bunlar "biz Göbekli Burçtakiler gibi korkak değiliz, papaz sözüyle hareket etmeyiz" der direnirler. Ancak bu burç da fethedilir, 1200 esir ele geçer. Bunların 100 tanesi yüksek rütbelidir Barbaros onları şehre yollar ve o güne kadar top ateşi ile tahrip ettikleri ne kadar bina varsa yaptırtır. İbrişim kaldırmayan şövalyelere taş taşıtırlar.
ABD VE RUSYA'DA KİM OLA ?
Doğrusunu isterseniz 16-17. yüzyılda Rusya devletten bile sayılmaz. Osmanlılar onların Çarlarını kaale almaz. elçilerini karşılamazlar. Bir maruzatları olursa Kırım Hanı'na anlatırlar. 
Doğrusu onlara Kırımlılar yeter de artar. Bir ara Ruslar 350 bin kişilik bir orduyla Knotop Kalesi'nde Ukraynalıları sıkıştırırlar. Padişah, Mehmed Giray'a "Rusları dağıtın" diye bir emirname yollar. Kırımlılar Rusları Pripet bataklıkları civarında yakalar ve 120 bin askerini kırıp, 50 binini zincire vururlar ki Prens Trubeçkov bile ellerinden kurtulamaz. 
Rus elçileri ancak Kırım Hanının muvafakatını aldıktan sonra Payitaht-ı cihana ayak basar, Veziriazamın karşısında oturamaz, er gibi ayakta dururlar.
Devleti aliyye, Rusların sulh müzakerelerini dinlemeye bile tenezzül etmez "gidin derdinizi Giray'a" anlatın deyip, Bağçeseray'a (Kırım Hanlığına) yollarlar. 
Çar'ınıza söyleyin!
İşte Kara Mustafa Paşanın Rusya Seferi devam ederken Çar Feodor deli gibi muhatap arar. Kırımlılarla oturur muahedenin şartlarını kararlaştırırlar. Elçiler, Dersaadetin onayını almak için İstanbul'a gelmeyi arzularlar. Kara Mustafa Paşa onları lütfen kabul eder. Adamlar padişah 4. Mehmed'in av merakını bildikleri için binlerce emsalsız kürk, mors balığı dişi ve şahinlerle gelir ama padişahtan istediklerini koparamazlar. 
Mehmed Han tek cümleyle "Çar'ınıza söyleyin" der, "Kırım Hanımızın haracını muntazam ödesin, sulh şartlarına uymazsa cezasız kalmaz bilmiş ola!" 
Size göre azarlar gibi bir şey değil mi? Ruslar aksine bu tavra çok sevinir iyi ya da kötü muhatap alındıkları için adeta takla atarlar. Osmanlı ilk kez Ruslara imza bahşeder ki tarihçiler onu "Edirne Muahedesi" diye anarlar.
Elçiye zeval olmaz...
Sakın yukarıdaki satırlardan Osmanlıların kibirli olduğunu çıkarmayın Türkler Rusyanın potansiyalinin farkındadırlar, Çarlar eninde sonunda yörede söz sahibi olacaktır ama bunu ne kadar geciktirirlerse o kadar kar sayarlar. 
Rusları da Allahın kulu sayar kalplerini kırmazlar hatta...
Hatta bir ara Padişahın cülusunu (tahta çıkışını) kutlayan Rus heyeti dönüş yolunda Tatarların saldırısına uğrar. Dersaadet derhal Kırım Hanı Mehmed Giray'ı vazifeden alır yerine Canbek Giray'ı atar. Mehmed Giray "ben ki Cengiz soyundan gelme bir asilzadeyim İstanbul'u takmam" deyince Kaptan-ı Derya Topal Mehmed Paşa'yla Giray'ı sıkıştırır, başarılı olamayınca Kaptan-ı Derya Hasan Paşa ile Banyalukalı Hüseyin Paşaları üstüne yollarlar. Bu iş için kan dökmeyi göze alır ve hesapsız altın harcarlar ama "elçiye zeval olmaz" sözünün gereği neyse onu yaparlar.
Peki ya Amerika?
Osmanlılar Amerika'yı da devletten saymadıkları için Amerikan başkanlarını tanımazlar. 1783 yılında Amerikan ticaret gemileri Akdeniz'e girebilmek için İstanbul'dan onay ister, onu Cezayir Beylerbeyine yollar, "Dayı ne diyorsa o olur" buyururlar. 
Cezayir Dayısı, George Washington'dan her yıl 642 bin altın dolar alır, ayrıca 12 bin Osmanlı altını da haraç yazar. (1795)
Bu, Amerikalıların İngilizce dışında başka bir lisanla yaptığı ve haraç ödemeyi kabul ettiği tek anlaşmadır. 
SULTAN III.MEHMED HAN
Osmanlı sultanlarının on üçüncüsü, İslâm halifelerinin yetmiş sekizincisi. 1566 târihinde Manisa?da doğdu. Babası Üçüncü Murad Han, annesi Sâfiye Vâlide Sultandır. Şehzâdeliğinde; yüksek din, fen, idarî ve askerî ilimleri, kıymetli âlimlerden öğrenerek yetiştirildi. İlk hocası İbrahim Cafer Efendidir. Haydar Efendi, Pir Mehmed Azmi Efendi, Sultan Selim Medresesi Müderrisi Nasûh Nevâli Efendiden ders aldı. Târihe geçen muhteşem bir merasimle sünnet edildi. 1583?te Manisa sancağı Vâliliğine tâyin edildi. Kumandanlık ve devlet idâresi siyâsetini iyice öğrenmek için Manisa?ya gönderildiğinde yanına müderrisi Nasûh Nevâli Efendi, lalası Sipahi Bey ile Defterdar Baş ruznâmecisi Hasan Beyzâde, Nişancı Lala Mehmed Paşa, Reisülküttâb olarak da Abdurrahman Çelebi ve diğer vazifeliler verildi. 1595?in Ocak ayına kadar Manisa?da vâlilik yaptı.
Babası Üçüncü Murâd Hanın vefatından on bir gün sonra 17 Ocak 1595 târihinde Manisa?dan İstanbul?a gelip, sultan îlân edildi. İlk icraatı, devlet ve saltanatın emniyetini kuvvetlendirip, tâyinlerde bulunmak oldu. Ulemâdan Sadeddin Efendiyi hocalığına, Ferhad Paşayı Sadrâzamlığa, Halil Paşayı da Kaptan-ı deryalığa tâyin etti. 1593?ten beri devam eden Avusturya harpleri esnasında, papa Sekizinci Clément?in teşvik ve propagandalarıyla, ahâlisi Hıristiyan olan Osmanlı Devletine tâbi Erdel, Eflâk ve Boğdan Voyvodalıkları Türklere karşı isyân ettiler. Sadrâzam Ferhâd Paşa, Eflak Seferi için Serdâr-ı ekrem tâyin edildi. 14 Mayıs 1595?te Eflak ve Boğdan?ın imtiyazlı prenslik statüsü kaldırılıp vilâyet hâline getirilerek, vâliler tâyin edildi. Papa?nın çağrısıyla Almanya, Avusturya, Belçika, Bohemya, İtalya, Macaristan?dan toplanan elli bin piyâde ve yirmi bin süvâriden meydana gelen Hıristiyan ordusu, Avusturyalı Prens Mansfeld emrinde yardıma geldiğini haber alan Eflak Voyvodası Mihail, binlerce Müslümanı kılıçtan geçirip, her yeri harap etti. Prens Mansfeld, 1 Temmuz 1595?te Osmanlı idâresindeki Macaristan?ın Estergon Kalesini kuşattı. Serdâr-ı ekrem Ferhâd Paşanın ve eski Vezir-i âzam Koca Sinan Paşanın taraftarları seferde bozgunculuk yaptılar. Ferhâd Paşa vazifesinden alınarak, Koca Sinan Paşa tekrar Vezir-i âzam ve serdarlığa getirildi. birbiri ardına gelen felaketler ve ölümler sebebiyle düşman karşısında kesin zafere gidilemedi. Sadrazamlardan Ferhâd Paşanın îdâmı, Lala Mehmed ve Koca Sinan Paşaların vefatları ve 27 Ekim 1595 Köprü Faciasıyla Akıncı Ocağının çok zarar görmesi neticesinde, Estergon, Vişegrad, Tegovişte, Yergöğü düşman eline geçti. Hıristiyanlar yerli ahaliye ve esir kumandanlara insanlık dışı fiillerde bulundular. Önemli devlet adamları ile 3500 asker, Voyvoda Mihail tarafından kazığa vuruldu.
Eflâk ve Macaristan cephelerinde, Osmanlı şehirlerinin düşman ordularınca yıkılıp yakılması, ahâlinin kılıçtan geçirilmesine son vermek için Üçüncü Mehmed Han, Vezir-i âzam Damad İbrahim Paşanın da tavsiyesiyle 20 Haziran 1596 târihinde Eğri Seferine çıktı. Üçüncü Mehmed Hanın, ordusunun başında bizzât sefere çıkması askerleri coşturdu. Müslümanları zulümden kurtarmak aşkı ve şevkiyle Edirne, Filibe, Niş, Belgrad yolundan Sirem?e gelindi. 26 Ağustos 1596 târihinde Sirem?deki Salankamen Kalesindeki harp meclisinde, isyân hâlindeki Erdel üzerine mi yoksa Avusturya işgalindeki Macaristan topraklarına mı sefer edilmesi müzakeresi yapıldı. Eğri?nin askerî strateji bakımından daha fazla kıymet arz etmesinden, Avusturya Cephesi hedef tâyin edildi. 21 Eylül 1596 târihinde Macaristan topraklarındaki Eğri Ovasına gelen Sultan Mehmed Han, Otağ-ı Hümâyuna yerleşti. 24 Eylül 1596 târihinde başlatılan Eğri Kalesi kuşatmasında, 4 Ekim?de dış kalenin fethinden sonra iç kale de 12 Ekimde vire ile teslim oldu. Eğri?deki Avusturya askeri cezalandırıldı. Şehrin en büyük kilisesi câmiye çevrilerek, 18 Ekim Cumâ günü Türk-İslâm an?anesince Sultan Mehmed Han, Cumâ namazını burada kıldı.
Eğri fâtihi Sultan Üçüncü Mehmed Han, 23 Ekim 1596 târihi Harp meclisi kararınca ileri harekâta devam etti. 24 Ekim 1596 târihinde, Haçova?da Alman, Avusturya, Çek, Fransız, İspanya, İtalyan, Leh, Macar, Papalık askerlerinden meydana gelen 300.000 mevcutlu Hıristiyan ordusuyla karşılaşıldı. 100-110.000 mevcutlu Osmanlı ordusu, 25 Ekim günü başlayan Haçova Meydan Muhârebesinde 26 Ekimde düşman ordusunu mağlup etti (Bkz. Haçova Meydan Muhârebesi). Haçova?da büyük bir zafer kazanılmasının ardından, 22 Aralık 1596 târihinde İstanbul?a dönüldü. İstanbul?da Eğri ve Haçova zaferleri sevinciyle, üç gün üç gece merâsim ve şenlikler yapıldı. Şâir Bâkî dâhil birçok divan şâirleri Sultan?a kasideler, manzum târihler ve zafernâmeler sundular. Avusturya cephesine Satırcı Mehmed Paşa Serdar-ı ekremliğe tâyin edildi.
Osmanlı Devletinin Avrupa cephesinde harplerle uğraşmasını fırsat bilen İran Safevî Devleti Anadolu?da, önce propaganda faaliyetlerini başlatıp, isyanlar çıkarttı (Bkz. Celâlîler). Celâlî isyanları denilen bölücü ve yıkıcı faaliyetlerin ardından, Safevîler, Osmanlı Devleti hududuna saldırdılar. Avusturya ve İran cephelerini halletmek çârelerini araştıran Üçüncü Mehmed Han, 1603 yılında 21/22 Aralık gecesi vefât etti. Ayasofya Câmii bahçesindeki türbesine defnedildi.
Sultan Üçüncü Mehmed Han çok nâzik, halîm selîm, vakûr, kerîm bir şahsiyete sâhipti. Sancakbeyliğinden saltanata gelen son Osmanlı pâdişahıdır. Bütün Osmanlı pâdişahları gibi iyi bir şâir olup şiirlerinde Adlî mahlasını kullanırdı. Beş vakit namazını dâimâ cemâatle kılardı. Devrin kaynakları dindârlığını, hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), Dört Halife, Eshâb-ı kirâm ve âlimlere hürmetini yazar. Bunların adı bahsedildiği an hürmeten ayağa kalkardı.

15 Nisan 2014 Salı

PATRONA HALİL İSYANININ BASTIRILMASI
Sultan I. Mahmud, padişahlığının ilk günlerinde, kendisini tahta çıkaran isyancıların isteklerini yerine getirmek zorunda kaldı. Sultan III. Ahmed devrinde yapılmış olan köşk ve konakların çoğu isyancıların istekleri sonucu yakılıp yıkıldı. Devlet adamları ve memurlar isyancıların düşünceleri doğrultusunda atandı.
İsyancıların önderi konumundaki Patrona Halil de Sultan Birinci Mahmud'a olan bağlılığını bildirmiş olmakla birlikte, devlet işlerine müdahale etmekten vazgeçmiyordu. Bu müdahale öyle bir aşamaya geldi ki, Patrona Halil Sultan Birinci Mahmud'dan kendisini yeniçeri ağalığına getirmesini ve Rusya'ya karşı savaş açmasını istedi. 15 Kasım 1730 günü tören yapılacağı bahanesiyle saraya çağrılan Patrona Halil ve yandaşları yakalanarak öldürüldü.
Patrona Halil yandaşları öldürülme korkusuyla tekrar ayaklandılar. Sultan Birinci Mahmud, Sancak-ı Şerif çıkarttı ve halktan ayaklanmanın bastırılması için yardım istedi. İsyanlardan bıkmış olan halk, padişaha yardımcı olarak ayaklanmanın 28 Ocak 1731 tarihinde kısa sürede bastırılmasını sağladı.
HEKİMOĞLU ALİ PAŞA'NIN ESERLERİ
İstanbul'da Kocamustafapaşa'da kendi adını taşıyan bir külliyeden kalan bir camisi, Hekimoğlu Ali Paşa Camii, mevcuttur.
Hekimoğlu Ali Paşa'nın Aksaray'dan Silivrikapı'ya giderken Altimermer'de Cerrah Paşa Camii teşkilâtını andıran güzel bir camii, sebil, kütüphane ve çeşmeleri ile türbesi ve Kabataş'ta da iskele karşısında merdivenli yeşil seddin üstünde bir çeşmesi vardır. Bu çeşme kitabesinin her mısrai bir tarih olup Seyyid Vehbi'nindir. Bu Kabataş çeşmesi, XVİİİ. asrın güzel sanat eserlerindendir. Bu tesisleri birinci sadareti esnasında yaptırmıştır.
Bunlardan başka 1754 tarihli bir çeşmesi de Çemberlitaş'ta Atikali Paşa Camii'nin avlu duvarındadır.
Üsküdar'da Bandırmalı Tekkesi'ni Ali Paşa yaptırarak oraya cami vakfından vazife tâyin etmiştir.
Kütüphanesinin kitapları şimdi Millet kütüphanesindedir. Hekimoğlu'nun "Âli" mahlâsiyle manzumeleri vardir.
Hekimoğlu'nun birinci sadareti zamanında Hollanda sefareti tercümanı Petros Baromian isminde bir zat Kâtib Çelebi'nin Cihannüma'sının Müteferrika tarafından neşredilmiş olmasından cesaret alarak 1733 senesinde Jacques Robbs'un coğrafyaya dair "La methode pour apprendre facilement la geographie" adlı eserini Hekimoğlu Ali Paşa namına Türkçeye çevirerek "Risale-i coğrafya" veyahut "Cihannüma" ismine nazire olarak "Fen numây-i câm-i cem âyin ez fenn-i coğrafya" adını vermiştir.
Yine Ali Paşa namına Tabib Bursalı Ali Efendi'nin Kınakına'nın hassalarından bahseden ""Tuhfe-i âliyye ve Papâ-koğalu" ismindeki nebatın hassasından bahseden eserleri vardır.
Hekimoğlu'nun İran seraskerliği ve Tebriz'i ikinci defa alması dolayısıyla maiyyetindeki kâtiplerinden şair ve münşi Abdurrezzak Nevres'in Tebriziye isimli eseri yazmistir.