Translate

10 Mart 2014 Pazartesi

KÜÇÜK KAYNARCA ANTLAŞMASININ SONUÇLARI
Osmanlı Devleti, arazi itibariyle fazla kayba uğramamakla beraber, Rusların Eflak ve Boğdan’a karışmaları, istedikleri yerlerde konsolosluk açabilmeleri ve Ortodoksların hâmisi sıfatını takınmaları gibi maddeler sebebiyle, zayıf anlarında, devamlı olarak bu devletin saldırılarına mâruz kalmıştır.
Ayrıca bu antlaşmayla Kırım'a özerklik verilmesi Rusya'nın sonradan Kırım'ı egemenliği altına alması için bir atlama taşı oluşturmuştur. Nitekim Rusya bu antlaşmanın imzalanmasından 9 yıl sonra Kırım'ı topraklarına katmıştır.
Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı Devleti;
  • Bu antlaşmayla Osmanlı İmparatorluğu, Dünya üzerindeki üç büyük devletten biri olma özelliğini kaybetti.
  • Dünyanın sayılı devletlerinden biri olma özelliğini yitirmiştir.
  • Uluslararası saygınlığını kaybetmiştir.
  • Yüzyılın en ağır antlaşmasını imzalamıştır.
  • Karadeniz'de yüzyıllardır devam eden egemenliğini kaybetmiştir.
  • Osmanlı Devleti bu antlaşma ile Avrupa devletlerinin üstünlüğünü kabul etmiştir.
NOT: resimdeki Ahmet resmi efendi antlaşmayı imzalayanlardandır.
MARCELLO MALPİGHİ ' NİN MİKROSKOBU BULUŞU
Marcello Malpighi'den önce anatomi bilginleri ancak vücudun bölümlerini ayırdedip iç organların biçimleri üzerine bilgi verebiliyordu.
Canlı maddenin bir parçasını mikroskopla inceleyen Marcello Malpighi, canlı organların çeşitli dokulardan, bu dokuların da çıplak gözle görülmeyen, değişik biçimlerde hücrelerden meydana geldiklerini ispatlamayı başarmış oldu. Malpighi, hücrelere ütrikül veya kesecik adını vermiştir.
Malpighi, 1660 yılında bir kurbağanın vücudundan aldığı zarda, kılcal damarlara rastladığını bildirmiştir: "Denemelerim sonuçlanıncaya kadar bütün kurbağa neslini yokettim!"
Mikroskopla çalışmalarına devam eden Malpighi, akciğerlerin bir kesecik yığınından ibaret olduğunu ve her keseciğin bir kılcal damar ağıyla çevrili bulunduğunu ispatladı. Bu keseciklere günümüzde de kullanılmakta olan alveol (petek gözü) adını verdi. Daha sonra bu alveolların soluk borusuyla (bronş) olan ilgisini ve kanın, havayla doğrudan değil de, çok ince bir zar aracılığıyla temasa geçtiğini keşfetti. Oysa o çağda, bu buluşun tersine içilenlerin akciğerlere gittiğine inanılıyordu. Bu önemli buluştan sonra Malpighi kanı incelemeye başladı. Çalışmaları sırasında kırmızı cisimcikler dikkatini çekmişti. Daha sonra üstderinin yapısını inceledi ve bugün Malpighni tabakası adı verilen, üremenin gerçekleştiği tabakayı keşfetti. Bu araştırmalar sırasında Malpighi, dil dokularını da inceledi, tomurcukların tad organı olduklarını buldu.
Daha sonra sırayla karaciğer, dalak ve böbrek dokularını inceledi. Bütün bu organlarda çeşitli cisimciklerin varlığını meydana çıkardı. Böbreklerdeki Malpighi piramitleri bunların en ünlüleridir.
Malpighi, araştırmalarına ara vermeyerek dişler, kemikler ve beyin üzerinde de incelemeler yaptı. Bu çalışmalarda mikroskop, onun en önemli yardımcısı olmuştur.
1964 MEDENİ HAKLAR YASASI
Amerika Birleşik Devletleri'nde siyah ırka mensup kişilere okullarda, kamusal alanlarda ve işe alımda yapılan negatif ayrımcılığın yasaklanması konusunda dönüm noktası olan bir yasadır. 2 Temmuz 1964'te dönemin ABD başkanı Lyndon Johnson tarafından imzalanarak yürürlüğe giren bu yasa ile, ırkçı ayrımcılık yasadışı kılınmıştır.
Yasa teklifi 1963 yılında dönemin ABD başkanı John F. Kennedy tarafından hazırlanmış; ancak Kennedy uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirince yasanın kabul edildiğini görememiştir. Yasayı imzalayan başkan ise Lyndon Johnson olmuştur.
Bu yasanın çıkması ve bu hakların kazanılmasında kuşkusuz en büyük paylardan biri de Amerikan medeni haklar hareketinin önderi Martin Luther King'e aittir. King'in bu konu hakkında 28 Ağustos 1963'te düzenlenen İş ve Özgürlük İçin Washington'a Yürüyüş eyleminde yaptığı Bir Hayalim Var konuşması çok ses getirmiş ve tarihteki önemli söylevler arasına girmiştir.
Günümüzde zenci-beyaz ayrımcılığı Amerika Birleşik Devletleri'nde yasal düzeyde bulunmamakta olup, yine de bazı radikal grupların ırkçı hareket ve davranışları hâlen varlığını sürdürmektedir. 2008 yılında Amerika Birleşik Devletleri başkanlığına seçilen Barack Hüseyin Obama, bu göreve gelen ilk siyahi olmuştur. Obama'ya karşı da bazı ırkçı tepkiler gelmiş; ancak bu tepkiler çok düşük bir oranda kalmıştır.

8 Mart 2014 Cumartesi

MISIR HİDİVİ İSMAİL PAŞA
(31 Aralık 1830, Kahire - 2 Mart 1895, İstanbul), 1867-1879 arasında Mısır hıdivi. Britanya'nın 1882'de Mısır'ı işgal etmesinde, İsmail Paşa döneminde alınan dış borçların olağanüstü bir düzeye ulaşması önemli bir rol oynamıştır.
Kavalalı İbrahim Paşa'nın oğluydu. Paris'te öğrenim gördükten sonra Avrupa'da birçok diplomatik görevde bulundu. Amcası Said Paşa'nın ölümü üzerine 1863'te Mısır valisi oldu. 1865'te Osmanlı padişahı Abdülaziz'den aldığı fermanla valiliğin babadan oğula geçmesini sağladı. 1867'de Hıdiv ünvanı alarak Mısır'ın iç işlerini yönetmekte serbestlik kazandı. Bağımsız bir devletin başkanı gibi davranarak Kasım 1869'da Süveyş Kanalı'nın açılışı için düzenlenen görkemli törenlere Avrupa'nın önde gelen devlet adamlarını davet etti.
İsmail Paşa'nın Mısır'a getirdiği en önemli yeniliklerden biri, Kasım 1866'da kurulan temsilciler meclisiydi. Ama mecliste çoğunluğu oluşturan köy başkanları gerek kırsal bölgelerde, gerek merkezi hükümet üzerinde artan bir etkinlik kazandı. İsmail Paşa'nın kaynak sağlamak için 1871'de çıkardığı ve daha sonra kaldırdığı bir yasanın 1876'da yeniden yürürlüğe konmasında meclis önemli rol oynadı. Yasa altı yıllık toprak vergisini peşin ödeyen kişilere toprak üzerinde mülkiyet ve vergi bağışıklığı gibi haklar tanıyordu.
Sudan'ı Mısır'ın denetimi altına sokmak isteyen İsmail Paşa, bu girişimi askeri ve idari bakımdan denetlemek üzere Avrupalı ve ABD'li uzmanlar tuttu. Bu uzmanların olası entrikalara karışmayacağını umuyordu. Amacı doğrultusunda bazı ilerlemeler sağlamakla birlikte güneyde yeni bir il oluşturmayı başaramadı. Ama onun girişimleri, daha sonra bölgede milliyetçiliğin önemli hedeflerinden biri olan, Nil Vadisinin siyasi birliği düşüncesinin oluşmasını sağladı.
İsmail Paşa'nın yönetimi sırasında izlenen politikalar büyük harcamalar gerektiriyordu; bu paranın büyük bölümü Avrupalı bankerlerden sağlanıyordu. İsmail Paşa yönetime geldiğinde 7 milyon sterlin olan dış borçlar 1876'da yaklaşık 100 milyon sterline ulaşmıştı. Alacaklı devletlerin baskısı üzerine Düyun-ı Umumiye İdaresi kuruldu. Ama önerilen önlemlerin bazıları ülke içindeki egemenliğini sarsacak nitelikte olduğu için İsmail Paşa bu komisyonla tam bir işbirliğine yanaşmadı. Osmanlı padişahı II. Abdülhamid, Haziran 1879'da İsmail Paşa'yı görevden aldı.
 İMPARATOR TEGON TEMÜR
Togan olarak da yazılır, (d. 1320 - ö. 1370) Çin'de Yuan Hanedanının (Moğol) son imparatoru. Karmapa'nın budist öğrencisiydi ve Tai Situpa'nın bir önceki bedenlenişi olarak kabul edilmektedir.
13 yaşında imparator oldu ancak zamanının çoğunu Lamacılığa ilişkin araştırmalar ve eğlencelerle geçirdiğinden, devlet yönetimi nazırı Bayan'ın eline geçti. Moğolların Çin kültürü içinde erimesini durdurmak isteyen Bayan'ın izlediği baskıcı ve ayrımcı politikalar ve ekonomik durumun giderek bozulması geniş çaplı ayaklanmalara yol açtı.Bunun üzerine 1339'da Bayan görevden alınarak getirdiği değişikliklerin çoğundan vazgeçildi. Ama imparatorun yönetime ilgisizliği sürdüğünden, durum gittikçe bozuldu. Budacı rahiplerin ve saraydaki hadımların güçlenmesinden kaygılanan imparator varisi, babasını tahttan indirmek için başarısız bir girişimde bulundu. En güçlü ayaklanma önderi Zhu Yuanzhang'ın 1368'de başkent Pekin'e doğru ilerlemesi, imparatorluk yönetimini güç duruma düşürdü. Başkenti savunmaya yönelik önerileri geri çeviren Togon Temür'ün İç Asya bozkırlarına kaçmasıyla Yuan Hanedanı tarihe karıştı
ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİ
Abbasilerin, Emevî hanedanına son vermesiyle Emevî sülalesinden gelen Hîşam'ın torunu Abdurrahman, İspanya'ya giderek burada Endülüs Emevî Devleti'ni kurdu (756). Abdurrahman, Abbâsîler ile mücadale etti, Franklara karşı başarılar kazandı.
Emevîler İspanya'da tam bir İslam egemenliği kurmuşlardı. Ancak zamanla, başa geçen hükümdarlar cihadı bıraktı ve saraylarda sefa sürmeye başladılar. Taht kavgaları ve sevdaları, kardeş kanının dökülmesi sebebiyle yıkım dönemi başladı. Ülke çevresinde gelişen Hıristiyan birlikler zamanla daha fazla güçlendi. Aragon kralı Ferdinand ile Kastilya kraliçesi I. İsabel'in evlenmesi ve ordularını birleştirmesi ile Hıristıyanlar daha da güçlenmiş ve Yahudilerle Müslümanarı Endülüs'ten çıkarmışlardır. Osmanlı devleti yardım gönderebilecek güçteydi ancak Cem Sultan olayı yüzünden yardım gönderememiştir. Kemal Reis komutasında bir donanma ile kurtulan Yahudilerle Müslümanlar gemilerle doğuya getirilmişlerdir.
Endülüs Emevîleri'nin en parlak dönemi III. Abdurrahman (912-961) ve II. Hakem (961-976) zamanlarıdır. III. Abdurrahman, halife unvanını da kullanınca İslam tarihinde aynı anda Abbâsîler, Endülüs Emevîleri ve Fâtımîlerde olmak üzere ilk kez üç halife çıktı.
Oğuz boylarının tamgaları(damga,işaret,mühür).