Translate

27 Eylül 2013 Cuma

TÜRKLERİN BİRBİRİNİ KIRDIĞI " Lebounion Meydan Savaşı "
Macar tarihçi Lazlo Razonyi, Bizans’ın 1091yılındaki siyasi durumunu Osmanlı’nın İstanbul’u almadan önceki günlerine benzetir.
1091’deki Bizans’ın durumu şöyledir; Anadolu’daki sınırı Pendik’de, Avrupa’daki sınırı Edirne’de bitmektedir. Anadolu’da Türkiye Selçuklu De...vleti ve Çaka Bey, Avrupa’da da Peçenek ve Kumanlar ile çevrilidir. Yani tamamen Türklerle çevrilidir.
Bizans’ın başında Aleksios Komnenos vardır. Bu İmparatorun uyguladığı siyaset sayesinde Bizans’ın ömrü üç asır daha uzayacaktır. Bizans’ın ömrünü uzatan da tam bir batılı entrikası olan “Türk’ü Türk’e kırdırmaktır.” Türk olarak tam bir milli şuura sahip olamayışımızı bu dönemde de çok acı bir şekilde göstermişiz.
Bizans İmparatoru Türklerle çevrili 11.yy.dan ilk çıkış kapısını, Kuman Başbuğları Tugurkan ve Börek’in yardımları ile aralayacaktır. Kuman ve Peçenek Türklerinin bazen tek tek, bazen ortaklaşa yaptığı baskıdan aralarına nifak sokarak kurtulmuştur.
Lebounion Meydan Savaşında (1091) Bizans ordusu kuman ordusunun desteğinde Peçenekleri tarihten silmiştir. Savaş neredeyse Kumanlar ve Peçenekler arasında geçmiş, Bizanslılar seyretmişlerdir. Kumanlar kardeşleri Peçenekleri tam bir kıyıma uğratmışlardır. Savaşın tam yeri konusunda fikir ayrılığı vardır. Meriç civarında veya Enez yakınlarında olduğu düşünülüyor.
Savaşı en iyi anlatan kaynak, Bizans İmparatorunun kızı Anna Komnena’nın yazdığı “Aleksiad” isimli tarih kitabıdır. “Aleksiad-Malazgirt Sonrası” adıyla dilimize kazandırılan eser tarihimizin önemli kaynaklarından sayılır. Esere göre, Lebounion Meydan savaşından önce 1087’de Peçenekler, Oğuz ve Macarlardan oluşan bir orduyla Bizansı’ın karşısına çıkmış, Başbuğları Çelgü bu savaşta ölmüştü.Lebounion Meydan Savaşında Peçenekler, müttefiği Çaka Bey’in zamanında gelememesi üzerine ağır bir yenilgi almışlardır. Anna Komnena, eserinde Kumanların komuta ettiği Bizans ordusunun hilal şeklinde dizildiğini anlatıyor. Bu diziliş, bildiğimiz klasik Türk savaş taktiğidir.
Anna Komnena eserinde savaşın kanlı yüzünü şöyle aktarıyor; “İki ordu çarpışmaya başladığında görülmedik kıyım yaşandı. Peçeneklerin kılıçtan geçirilmesi öyle korkunçtu ki, sanki tanrı bu halkı terk etmişti. Bütün bir ulus kadınlarıyla çocuklarıyla tümüyle yok edildi.” Peçenek adı tarihte bundan sonra pek geçmeyecektir. Peçeneklerden kalanlar Vardar boyunda, Yunan Makedonyası’nda Megleno Ulahları ile Sofya çevresindeki Şop Bulgarları olarak yaşayacaklardır.
Bizans İmparatoru çemberin birinci halkasından kurtulmuştu. Şimdi diğerlerinde idi. Sıra Çaka Bey’e gelmişti. Çaka Bey, Türk tarihinin ilk denizcisi, ilk Türk donanmasını kuran Serdar diye bilinir. Türkiye Selçuklu Sultan’ı I. Kılıçarslan, aynı zamanda Çaka Bey’in damadıdır.
I. Kılıçarslan, Bizans İmparatoru’nun oyununa kanıp kayınpederinin kendini ortada kaldıracağını düşünerek ona büyük bir tuzak hazırlar. 1097 yılını ilk aylarında Çaka Bey, Bizans’a karşı ittifak yaptığı damadı I. Kılıçarslan ile Çanakkale dolaylarında birleşirler. Damat, kayınpederini gayet sevecen ve sıcakkanlı karşılamıştır. Oturup beraber yiyip içerler. Çaka Bey sarhoş olmuştur. Damadı onun bu zayıf anını beklemektedir. Kılıcını çıkartır ve kayınpederine saplar. Çaka Bey, büyük Türk denizcisi orada ölür.
Bizans İmparatoru başarmıştır. Bir düşmanını daha ortadan kaldırmıştır. Hem de bunu diğer düşmanına yaptırmıştır. Bu düşmanlar kardeş, akraba olduklarını, gerçek düşmanlarının kim olduklarını unutmuşlar, birbirlerini yemişlerdir.
I. Kılıçarslan, hata yaptığını sonradan anlayacaktır. Bizans İmparatoru Türkiye Selçuklularına saldıracak, başkentleri İznik’i yedi hafta kuşatmadan sonra ele geçirecektir. Türk esirleri arasında I. Kılıçarslan’ın eşi, Çaka bey’in kızı da vardır. Bizans Çaka Bey ölünce siyasi karmaşa yaşayan İzmir ve çevresini de ele geçirir.
Tarihimiz birbirimize düştüğümüz, düşürüldüğümüz olaylarla dolu. Yazık. İçimiz cız ediyor öğrenince bunları. Kendimizi çabuk kaybediyoruz, geçmişi çabuk unutuyoruz. Öğrenmiyoruz da! Ders de almıyoruz. Bugün hala bizi bize düşman etmeye çalışanları, bizi bize kırdırmaya çalışanları görmezden geliyoruz.
BUGÜNÜN KİTAP ÖNERİSİ
Adaleti, merhameti ve zaaflarıyla önce çıkan Bizans-Roma imparatorunun romanı…
Bizans-Roma İmparatorluğu’nun M.S. 330-565 yılları arasındaki üç döneminin anlatıldığı trilojinin bu yeni kitabında Radi Dikici, Büyük Theodosius’u romanlaştırdı.
Belgelere dayanan bu biyografik eserde imparatorluğa hükmedenler arasındaki gün ışığına çıkmamış ilişkiler, komşu ülkeler arasındaki diplomatik temaslar, Gotlara ilişkin sorunların çözümü ayrıntılı olarak yer almaktadır.
İktidar hırsının neden olduğu acımasız taht çekişmelerinin yanı sıra bu romanda, Theodosius Forumu’nun inşası, Sümela Manastırı’nın kuruluş öyküsü, Hıristiyanlığın esaslarının tespit dönemi ve Kalkedon’un (Kadıköy) yeniden yaratılışı ayrıntılı olarak ele alınmaktadır.
GAZNE DEVLET TEŞKİLATI
Gazneli devlet anlayışı, İslam halifesini veya onun adına hüküm süren hükümdarları "Allah'ın yeryüzündeki gölgesi" olarak telakki eden İslami anlayışla bağdaşan, İrani, İslami ve Türki hâkimiyet anlayışlarının bir sentezi şeklinde gerçekleşmiştir. Samanîler gibi köklü ve esaslı devlet teşkilatına sahip bir İslam devletine bir süre hizmet eden ve bir süre de ona tâbi olarak varlığını sürdüren Gazneli Devleti, Orta Çağ İslam devletlerinin özelliklerini, devlet, hükümet ve hâkimiyet anlayışlarını aynen yansıtmaktadır. Teşkilat olarak da, Abbasî, Samanî ve eski Türk (Eftalit, Göktürk ve Uygur) gelenekleri görülmüştür.
Daha önceki Türk-İslam devletlerinde olduğu gibi Gaznelilerde de hükümdar adına hutbe okutmak ve para bastırmak, hükümdarlık belirtilerindendir. Ülkede emir veya sultan, devletin tam hâkimidir. Gazneli Mahmut'tan önceki hükümdarlar, emir unvanını kullanırken, Gazneli Mahmut ve sonrasındaki hükümdarlar "sultan" unvanını kullanmışlardır.Devlet dairelerine dîvân denilmektedir. Bu dîvânların en önemlileri, Dîvân-ı Vezâret, Dîvân-ı Arz, Dîvân-ı Risâlet ve Dîvân-ı İşrâf idi. Dîvân-ı Vezâret, maliye ve genel yönetim işlerine bakardı ve başkanı vezirdi. Dîvân-ı Arz, bugünkü Savunma Bakanlığının karşılığı olup, başındakine Arız veya Sâhib-i Dîvân-ı Arz denilirdi. Yüksek askeri rütbeliler genellikle hâcîb diye anılırken, sivil görevli olan vezirler ve divan sahipleri hâce-i bozorg ve hâce olarak adlandırılmıştır. Gazneli idaresindeki sivil bir görevlinin alabileceği en yüksek unvanlardan biri de amîd olup, vezirler, divan sahipleri ve bürokrasideki birkaç kişi için kullanılmıştır. Vilayetlere, özellikle de Irak yakınlarına tayin edilen görevliler (kethüdalar/eyalet vezirleri) amîd-i Irak olarak vasıflandırılmışken, özel statü arzeden Harezm bölgesi valilerine harezmşah unvanı verilmiştir. Ayrıca bir eyalette, sivil idarenin başındaki görevliye sâhîb-i dîvân denirdi; sâhîb-i dîvân, vergilerin toplanması ve yönetim işlerinden sorumluydu.
QİN HANEDANI
Köken ve Erken Dönem
Antik politika danışmanı Gao Yao'nun neslinden Feizi, Qin Hanedanlığı'nın kurucusu ve bugünkü Peytonians'ın bulunduğu eski Qin Şehri'nin yöneticisidir. Qin şehrinin olduğu bölge Zhou Hanedanlığı'nın 8. yöneticisi olan Kral Xiao'nun döneminde Qin bölgesi olarak anılmaya başlandı. M.Ö. 897'de, Gonghe'un yönetimi altında bölge at yetiştiriciliğine ayrılmış bir koloni haline geldi. Feizi'nin torunlarından Duke Zhuang'ın, Zhou Hanedanlığı'nın 13. kralı olan Kral Ping'in kendine yakın görülmesiyle, oğlu Duke Xiang, seferlere gönderildi. Bu seferler sırasında Duke Xiang, Qin Hanedanlığı'nı resmi olarak kurmuş oldu.
Qin Devleti, etrafındaki beyliklerin tehdidiyle büyük akınlarda bulunmamış olsa da, M.Ö. 672'de Orta Çin bölgelerine ilk seferini düzenledi. M.Ö. 4. yy'ın sonlarında Qin Devleti'nin etrafındaki beylikleri kontrol altına almış ya da fethetmiş olması, daha sonra Qin Hanedanlığı'nın yayılmacı politikası için zemin oluşturmuştur.
Yükselme
Qin devlet adamlarından Shang Yang, M.Ö. 361'den M.Ö. 338'de ölümüne kadar çeşitli askeri reformlar yapmıştır. Aynı zamanda Qin Hanedanlığı'nın başkenti olan Xianyang'ın oluşturulmasına da yardımcı olmuştur. Şehrin M.Ö. 4. yy'ın ortalarında başlayan gelişmesi, daha sonraları Savaşan Devletler'in diğer başkentlerinin de bu şehre benzeyerek yapılanmasına yol açmıştır.
Shang Yang'ın reformlarından en önemlisi, acımasız ve uygulamalı bir harp halini savunan Legalizm felsefesidir. Legalizm, Zhou Hanedanlığı'nda ve Savaşan Devletler Çağı'ndaki savaşı cennetin kurallarıyla yönetme felsefesine karşı bir felsefedir ve düşmanın zayıf noktalarından yararlanmayı uygun görür. Wei Hanedanlığı'ndan soylu birinin tanımlamasıyla Qin Hanedanlığı tamahkar, fasık, kâr güden ve samimi olmayan bir hanedanlık olarak tanımlamıştır. Legalist düşünce, uzun yaşayan yöneticilerin iyi liderliği, başka hanedanlıklardan yetenekli kişilerin görevlendirilmesinin kötü karşılanmaması ve iç muhalefetin az olması, Qin Hanedanlığı'nın güçlü bir politik zemin oluşturmasında etkili olan nedenlerdir.
Qin'in diğer bir avantajı da, verimli, büyük bir orduyla kabiliyetli komutanlara sahip olmasıydı. Düşmanlarının aksine silah ve taşımadaki son gelişmeleri kullanmaları, farklı zeminlerde de etkili bir şekilde savaşmalarına yardımcı olmaktaydı. Sonuç olarak Qin, ideoloji ve uygulama konusunda askeriyede diğer hanedanlıklardan üstün konumdaydı.
Son olarak Qin, etrafı dağlarla çevrili olmasından dolayı doğal bir koruma altında, jeopolitik bir konuma ve verimli arazilere sahipti. Gelişmiş tarımsal üretim, büyük ordusunun besin ihtiyacını karşılamaya yeterli seviyedeydi. M.Ö. 246'da inşa edilen Wei Nehri kanalı da tarımsal gelişmede büyük rol oynamıştır.
Diğer Hanedanlıkların Fethedilmesi Savaşan Devletler Çağı'nda yükselen Qin Hanedanlığı'nın dışındaki hanlıklar, Yan, Zhao, Qi, Chu, Han ve Wei idi. Bu hanedanlıkların yöneticileri kendilerini kral olarak anmış olsa da, "Cennetin Vekâleti" unvanı Zhou hanedanlarına aitti.
M.Ö. 3. ve 4. yy'daki fetihlerinden önce Qin, dönem dönem gerilemeler yaşanmıştır. Örneğin Kral Wu, bir öğrencinin ona karşı duyulan kinden dolayı idam edilmesi kuralının soylulara da uygulandığını göstermek için Shang Yang'ı aynı sebepten idam ettirmiştir. M.Ö. 307'de Qin, iç ihtilaflar sonucu merkeziliğini kaybetmiştir. M.Ö. 295'te diğer hanlıkların ittifakına, kısa bir süre sonra da Qi ordusuna karşı savunmada olan Qin ordusu, Zhou Hanlığı'na yenilmiştir. Ne var ki agresifliğiyle bilinen devlet adamı Fan Sui yönetime geçtiğinde hanlığın sorunları sona ermiş ve Jin ve Qin Hanedanlıkları'nın yayılımcı politikaları takip edilerek fetihçi politika uygulanmaya başlanmıştır.
Qin, diğer hanlıklara saldırma konusunda hızlı davranmış ve ilk olarak doğusundaki Han Hanedanlığı'nın başkenti olan Yangdi'yi M.Ö. 230'da fethetmiştir. Daha sonra fetihler kuzeye doğru yön değiştirmiş, Zhou (M.Ö. 228) ve Yan (M.Ö. 226) hanlıkları Qin topraklarına katılmıştır. Sonraları Qin ordusu doğuya doğru atağını sürdürmüş, güneydeki Wei şehri Daliang'ı M.Ö. 225'te, Chu hanlığını M.Ö. 223'te, Zhou'nun kalan son şehri olan Luoyang ile Qi'nin Linzi şehrini M.Ö. 221'de fethederek tüm bu hanedanlıklara son vermiştir.
III.AĞRI HAREKATI
11 Haziran 1930'da Türk ordusu ayaklanmaya karşılık verdi. Hoybun örgütü bu ayaklanma için diğer Kürtlerin acilen destek çağrısında bulundu. Bu ayaklanma çoğunluğu Kırmanci kürtlerinden olanlar tarafından yapılmıştır.Kirmancilerin sayısı Dersimlilerin sayısından fazlaydı. Çünkü Hoybun'un çağrısına Türk askeri Iğdır, Sipan Dağı, Van civarında ani karşılık vermiştir ve destek çok küçük bir alanda olmuştur. Türkler geçici olarak Ağrı'ya yaptıkları hücumu durdurmuşlarıdır. İsyancılar çok fazla sayıda olan Türk askerlince bertaraf edilmişlerdir.
Ayaklanmadının kumandanı İhsan Nuri Paşa, Türk Hava birliklerinin Ağrı Dağı ayaklanmasını bertaraf etmesindeki rolünü konu alan ve başlığı La Révolte de L'Agridagh (Ağrı Dağı İsyanı).bir kitap yazdı .
1930 yılının yazında, Türk uçakları Ağrı dağını her yönden bombalıyordu. Ihsan Nuri Paşa'ya göre. Türk uçakları üstünlüğü isyancıların demoralize olmasına ve buna bağlı olarak da teslim olmasına neden oldu.
Ayaklanma boyunca, Türk uçakları birkaç Kürt aşiret ve köyünü bombaladı. Örneğin Helikanlı ve Herki aşiretleri 18 Ağustos 1939 da bombalandı. Asi köyler devamlı olarak bombalandı. İkincisi de 2 ve 29 Ağustos'ta oldu.
12 ve 19 Haziran 1930'da. Kürt pozisyonları aşırı derecede bombalanıyordu. Kürtler Ağrı dağının daha üst bölümlerine geri çekildiler. 9 Haziran tarihli Cumhuriyet Gazetesi. Türk uçaklarının Ağrı dağını "Yağmur gibi bombalıyor" haberi yayınladı. Bombardımandan kaçan Kürtler canlı olarak ele geçirildi. 13 Haziran'da, Zilan'daki ayaklanma bastırıldı. Ayaklanmayı bastırmada 10-15 hava bölüğü kullanıldı. 16 Haziran'da 2 Türk uçağı düşürüldü ve içindeki iki pilot da isyancı tarafından öldürüldü. Hava bombardımanı birkaç gün devam etti ve isyancı güçleri 5.000 metre yüksekliğe çekildiler. 21 Haziran'da yapılan bombardımanda birçok isyancı müdafasını yok etti. Bu operasyonlar sırasında Türkiye ordusu 66.000 asker ve 100 uçağa sahipti. İsyancılara karşı yapılan bu mücadele 17 Eylül 1930'da sona erdi.
Ağrı ayaklanması 1931'de bertaraf edildi ve Türkiye bölgedeki hakimiyetine devam etti.

 EFLAK PRENSLİĞİ
14. yüzyılın başında Karpatlar ile Tuna, Siret ve Milcov nehirleri arasındaki devletçiklerin birleşmesi sonucu Câmpulung (daha sonra Curtea de Argeș) merkezli olarak kurulan ilk bağımsız Rumen prensliğidir.
Eflak toprakları bir bütün hâline gelmeden önce bir takım göçebe topluluklar -sonuncuları Kumanlar ve Moğollardır- bu bölgeden akın akın geçerek ilerlemişlerdir. 1242 yılından sonra bölge, Altın Orda (Moğol İmparatorluğu'nun en batıdaki bölümü) ile Macaristan Krallığı arasında sınır bölgesi hâline gelmiştir.Oltu Nehri'nin doğusunda bulunan Büyük Eflak'taki Rumenler bu dönemde Moğollara vergi vermek zorunda kalmıştır. Küçük Eflak'takiler ise hükümdarı Macaristan kralları tarafından tayin edilen Severin Banlığı'nın baskısı altında kalmıştır. Altın Orda'nın bölge üzerindeki hakimiyeti 13. yüzyılın sonlarına doğru zayıflamış, eş zamanlı olarak Macaristan Krallığı'nda da büyük bir siyasi kriz baş göstermiştir. Bu olaylar sayesinde bölgedeki yeni türemiş devletler özerkliklerini güçlendirme imkânı bulmuştur.
Eflak'ın kuruluşu, bir Rumen geleneğine göre Radu Negru (Kara Radu) adlı bir şahsın 1290'lı yıllarda beraberindeki kalabalık ile grupla Güney Karpatlar'ı geçerek Făgăraş'tan bölgeye gelişine rastlar. Daha güvenilir kaynaklara göre ise Oltu ve Argeş vadilerinde oturan Rumen hükümdarlarının kendi aralarından Basarab'ı lider seçmeleriyle gerçekleşmiştir.Voyvoda I. Basarab, Macaristan Krallığı ile ilişkilerini kesmiş ve kralının egemenliğini tanımamıştır. I. Basarab çeşitli ülkelerin desteğini almış ve 12 Kasım 1330 tarihinde Posada mevkiinde Macar Kralı I. Károly'e karşı kazandığı askerî zafer sonucunda özerklik elde etmiştir. Böylece bu tarihe kadar süren Macar üstünlüğü sona ermiştir.
Rum Ortodoks Patrikhanesi'ne bağlı olan Eflak Metropolitliği, I. Basarab'ın oğlu Nicolae Alexandru (1352–1364) döneminde kurulmuştur. Eflak'ta ilk gümüş ve bronz para ise 1365'te darbedilmiştir.1391'de ülke, Osmanlı Devleti'ne ilk kez haraç vermeyi kabul etmiştir.
 ÇİRMEN MUHAREBESİ
1364 yılında yapılmış olan Sırpsındığı Muharebesi'nde yenilen taraf olan Sırpların Osmanlı Devleti ile, Meriç kıyısındaki Çirmen yakınlarında (günümüzde Ormenio), 26 Eylül 1371 tarihinde yapılan muharebe. Osmanlıların zaferiyle sonuçlanmıştır.
Sırp kral Jovan Uglješa, sultan Murat Anadolu'dayken Edirne yönüne saldırıp Osmanlı Devleti'ni hazırlıksız yakalamak istedi.Karşısına çıkan Osmanlı ordusu sayıca kendisinden çok az 10.000-15.000 kişi kadardı ancak taktiksel yönden bu kuvvet yüksek manevra kabiliyetine ve daha üstün taktiklere sahipti. Sırp ve Makedon birliklerinin ilerlemesine izin veren Osmanlı Kuvvetleri Çirmen mevkiinde geceleyin düşman ordusuna saldırdı. Ne olduğunu anlayamadan hazırlıksız yakalanan paniğe düşen düşman ordusu, hatlara sızan Osmanlı atlılarının, Sırp ve Makedon komutanlarını öldürülmesi ile darmadağın edildi. Savaş, Osmanlı Devleti'nin zaferi ile sonuçlandı. Bu zafer ile Osmanlılara Makedonya'nın yolları açıldı. Osmanlılar Drama, Kavala, Serez gibi yerleri Yunanistan'da belli bölgeleride ele geçirdiler.
Makedonya'daki Sırp Prensleri, Bulgar Kralı ve Bizans İmparatoru Osmanlı hakimiyetini tanıdılar. Böylece Osmanlı İmparatoruğu'nun Balkanlar'daki fetihleri kolaylaştı. Osmanlı Devleti'nin balkanlardaki ilerleyişi hız kazanmış oldu.
Bu zaferden sonra Sırbistan Osmanlı Devleti'ne bağlılığını bildirmek zorunda kalmıştır.