Translate

23 Nisan 2014 Çarşamba

SADRAZAM KOCA SİNAN PAŞA
III. Ahmet‘le III. Mehmet zamanında beş defa sadrazamlıkta bulunmuş bir Osmanlı veziridir. Koca Sinan Paşa yemen fatihi diye de anılır.
Sinan Paşa, sarayın okulu olan Enderun’da yetişti. Once Malatya, Gazze, Trablus sancaklarında bulundu, sonra Erzurum’da, Halep’te valilik yaptı. 1569′da Mısır Valisi oldu, o yıl içinde Yemen’i alarak İstanbul’a birçok ganimetlerle dönünce kendisine vezirlik rütbesi verildi.
Sinan Paşa, 1574′te Akdeniz Kuvvetleri Komutanı olarak, emrindeki donanma ve birliklerle Messina, Calabra kıyılarını vurup yağma etti. Tunus’ta bazı kaleleri aldı. 1580′de ilk defa sadrazamlığa getirilerek, İran üzerine gönderilen orduya başkomutan yapıldı. Bu savaşta Sinan Paşa’nın yararlığı görülmediği için iki yıl kaldığı sadrazamlıktan atılarak Malkara’ya sürüldü. Bundan sonra biri 1589′da, ötekisi 1592′de olmak üzere iki kere daha sadrazam olduysa da gene çok geçmeden azledilip sürgüne gönderildi. Dördüncü defa 1593′te sadrazam oldu. Eflâk’ta ordunun başındayken, korkuya kapılarak kaçması üzerine ordu büyük bir bozguna uğradı. Derhal azledilerek yerine Lala Mehmet Paşa getirildi. Yalnız, kurnaz, karıştırıcı bir adam olan Sinan Paşa, Mehmet Paşa ölünce gene sarayı elde edip sadrazam oldu. Bu beşinci sadrazamlığında ancak beş ay kadar kalabildi, 90 yaşında öldü.
Sinan Paşa Yemen’i alması, Akdeniz’de donanma ile birkaç başarı kazanması bir yana, açgözlülüğü, paraya düşkünlüğü, zalimliği ile tanınır.
SULTAN HOŞKADEM'İN SALTANATI
Hoşkadem o zaman Anadolu Selçuklular tarafından idare edilmekte olan Anadolu'da doğmuş olan Türk ilk Memluklu Sultan olduğu belirtilir. Fakat kendinden önce gelen Bahri Memluklu Sultanlarından olan Laçin el-Mansuri (1296 - 1299) ve Baybars Çeşnigar (1309 - 1310) da Anadolu asıllıdır. 
Hoşkadem Sultanlığa geçince taht ismi olarak "Zahir Seyfeddin" ismini aldı.Tahta gelişine ön ayak olan klik ile ona karşı olan kölemenler kliği arasında bulunan mücadele devam etmekteydi. Hoşkadem (1461 - 1467)da altı yıl süren sultanlık döneminde devamlı olarak bu iki klik arasındaki mücadelelerle ve bunları çözmekle uğraşmak zorunda kaldı. Bu mücadele sırasında Mısır bir anarşiye dönüşmüştü.
Bu dönemde Memluklular ile Osmanlılar güney Anadolu üzerinde rekabete geçmişlerdi. İki İslam devleti arasında tampon devletler olarak Karamanoğulları Beyliği devleti ve tabi olan Dulkadiroğulları Beyliği ve Ramazanoğulları Beyliği bulunmaktaydı. Osmanlı Sultanı II. Mehmed Karamanoğulları beylerinin seçilmesi dolayısıyla Memluklularla mücadeleye başladı.
Karamanoğulları Beyi olan II. Damad İbrahim Bey 1424'den itibaren hüküm sürdükten sonra varisi olarak oğlu İshak beyi seçmişti. Fakat İshak Beyin 6 yarı-kardeşi bir onun bir köle kadının oğlu olduğu için ve kendilerinin ise Osmanlı Sultanı II. Murat'ın kızkardeşinin oğulları olarak "Sultanzade" oldukları için bu seçimi kabul etmediler. İbrahim Bey ile varisi İshak'ı Konya'da kuşatma altına aldılar. 1463'de İbrahim Bey ölünce İshak tahta çıktı ama kardeşi Sultanzade Pir Ahmet Osmanlılardan aldığı askeri desteklenen kardeşi ile çatışmaya girişti. Ermenak'da yapılan bir savaşı Pir Ahmet kazanıp kardeşi İshak Beyi beylik tahtından uzaklaştırıp 1464'de Karaman Beyi oldu. Yardımları karşılığında Akşehir, Beyşehir ve Ilgın'ı Osmanlılar'a bıraktı. Memluk Sultanı olan Hoşkadem Karamanoğulları'nın idaresinin Osmanlılara bağlannmasından kuşkulandı ve bu sırada Osmanlılarla savaşta olan Venedikle bunun hakkında yazışmaya girişti. Fakat Osmanlıların batıda savaşmasından faydalanan Karamanoğlu Beyi Pir Ahmed onlara terk ettiği bolgeleri geri almak için uğraşa girdi. Venedik ve Akkoyunlular'la anlaştı ama Hoşkadem'in idaresi altında bulunan Memluklular ona destek vermeyip tarafsız kaldılar. Osmanlı Sultanı II. Mehmet 1466’da Karamanoğullarına karşı bir Anadolu seferine çıktı ve Karamanoğullarının başkenti Konya’yı ele geçirdi. Osmanlı ordusu İstanbul'a dönünce Karamanoğulları, Osmanlılara geçen yerleri geri aldılar.
Hoşkadem hükümdarlığı sırasında Anadolu'da çıkan bir diğer sorun da Memlüklere tabi olan Dulkadiroğulları'nda çıkan hükümdarlık krizi oldu. Dülkadiroğulu [[Melik Arslan Bey]'in döneminde beylik Akkoyunlular'la yaptığı çatışmada Harput'u kaybetti ve beylik merkeziElbistan Akkoyunlular tarafından işgal edilip yağmalandı. Buna rağmen Melik Arslan Bey'in tabiyetinde olduğu Memluklular'la da arası açıldı. 1465'de Dulkadiroğulları Beyi olan Melik Arslan Bey Elbistan'da camide namaz kılarken bir fedai tarafından öldürüldü. Bu komplonun öldürülen kardeşi yerine bey olan Şah Budak Bey tarafından yapıldığı büyük olasılıkladır. Gerçekten de Şah Budak Bey halkı tarafından bir kardeş katili olarak görülmüş ve sevilmemiştir. Ama bazı kaynaklar Şah Budak Bey'in beyliğin tabi olduğu Memluklular tarafından sonradan tutulmasından dolayı komploda Memluk Sultanı Hoşkadem'in de parmağı olduğunu düşünmektedirler. 1465-1467 döneminde Dülkadiroğulları beyliği yapan Şah Budak Bey 1666'da Osmanlı Sultanı II. Mehmed'in desteğini sağlayan Şehsuvar Bey Dulkadiroğulları beyliğini eline geçirdi ve Şah Budak Bey Memluklulara sığındı.
Hoşkadem 1467'de öldüğünde Memluklular Dulkadiroğulları üzerine bir ordu göndermeye hazırlanmaktaydılar.
SELÇUKLU DEVLETİNDE DEVLET YAPISI VE ORDU
Anadolu Selçuklularında devlet toprakları hanedanın ortak mülküydü. Sultan ülke topraklarını oğulları arasında paylaştırıyordu ve şehzadeler yönetimleri altındaki bölgelerde yarı bağımsız hareket ediyorlardı. Bu, Anadolu Selçuklu Devleti’ndeki taht kavgalarının ve şehzadelerin ayaklanmalarının önemli nedenlerinden biriydi. I. Gıyaseddin Keyhüsrev bu geleneğe son verdi ve merkezi yapıyı güçlendirdi. Sultan unvanıyla anılan Anadolu Selçuklu hükümdarları devletin ve ordunun başıydı. Merkezi devlet işleri Divan-ı Âli (Büyük Divan) adı verilen bir kurulda görüşülür ve karar bağlanırdı. Bu kurula vezirler başkanlık ederdi. Vezirden sonraki en yüksek devlet görevi, Niyabet-i saltanatlık makamıydı. Bu makama atanan saltanat naibi, yokluğunda sultana vekâlet ederdi. Öbür yüksek devlet görevlilerinden müstevfi, maliye işlerini yürütürdü. Pervane, divanın yaptığı atamalara ve dirliklerin (iktaların) dağıtım işlerine bakardı. Yazışmaları tuğracı yürütür, hukuk işlerine Emir-i dâd bakar ve askerlik işleriyle beylerbeyi ilgilenirdi. Askeri davalara ise Kadı-i leşker bakardı.
Vilayetlerin yönetiminden sorumlu kişiye subaşı denirdi. Bir tür vali sayılan subaşı, kentin düzenini sağlar ve bölgedeki askerlere komutanlık ederlerdi. Ayrıca melik denen şehzadelerin yönettiği vilayetler vardı. Melikler doğrudan sultana bağlıydılar ve vilayet merkezinde Büyük Divan’a benzer bir divan kurarlardı. Anadolu Selçukluları, Bizans sınırlarına bir tür sabit öncü kuvvet olarak Türkmen boylarını yerleştirmişlerdi. Bu boyların beyleri sınır bölgelerinde, uçbeyliği denen yarı bağımsız beylikler kurmuşlardı.
Anadolu Selçukluları'nda devletin malı olan topraklar üçe ayrılırdı. Bunlara dirlik, vakıf ve mülk denirdi. Sultan dirlikleri, kendisi için asker besleyip yetiştirmeleri karşılığında Türkmen beylerine ve komutanlarına verirdi. Mülk denen topraklar üstün hizmetlerde bulunanlara gene sultan tarafından verilirdi. Vakıf araziler ise, han, hamam, medrese gibi kurumların giderlerinin karşılanması için ayrılmış topraklardı.
Selçuklu ordusu asıl olarak, beylerinin komutasında savaşa katılan Türkmenlere dayanıyordu. Dirlik sahiplerinin kendilerine verilen topraklarda besledikleri tımarlı sipahiler ve kapıkulu askerleri, savaş zamanında ordunun önemli bir parçasıydı. Tımarlı sipahiler subaşıların buyruğunda savaşa katılırdı. Yapısı çeşitli olan Kapıkulu askerleri ise, devlet tarafından çocuk yaşta alınıp eğitilen Müslüman Türkler, diğer Müslümanlar ve Hıristiyanlardan oluşuyordu.
GEMİLERİN HALİÇE İNDİRİLMESİ
İstanbul’un fethi sırasında gemilerin karadan yürütülmesi hadisesi, hemen hemen yerli ve yabancı kaynakların ittifakı ile sabit bir olaydır. Hatta Bizans askerleri, sabahleyin Osmanlı gemilerini Haliç’te görünce, herhalde zincirleri kırıp geçtiler diye zincirleri kontrol etmişler ve gördükleri manzara karşısında hayrete düşmüşlerdir. Ancak sabaha karşı yapılan bir harp planı olması hasebiyle ve de gemilerin geçirildiği bölgenin o günlerde ormanlık olması sebebiyle, güzergâhı ve karadan yürütülen gemilerin sayılarında farklı görüşler bulunmaktadır.İstanbul’un fethedilmesi için bazı gemilerin Haliç’e indirilmesinin zaruret olduğu görüldü. Zira Haliç’e gerilen zincir Hasköy ile Ayvansaray’da bulunan iki ordunun buluşmasına mani teşkil ediyordu. Önce gemilerin karadan çekileceği yer tesbit edildi. Burası Tophane önündeki sahilden başlayarak Boğaskesen’den geçiyor ve buradan güney batıya dönüp sırtları aşarak Löbon Pastahanesi tarafına çıkıyor ve tepeyi aşarak Perapalas yanından Kasımpaşa’ya yani Haliç sahiline çekiliyordu. Yapılan ölçümlerde, Tophane’den dört yol ağzına 980 adım ve buradan Tepebaşı’na kadar 240 ve Kasımpaşa’ya kadar da 906 adım ki, toplam 2156 adımdır ve bu da yaklaşık 3 mil kadar tutmaktadır. Hazırlıklar tamamlandı. Topahene’den ayrılan 50 ila 70 adet arasındaki gemi, 21-22 Nisan gecesinde Kasımpaşa’ya kadar indirildi. Bu olayın doğruluğunu, hem savaşta hazır olan Bizans tarihçileri ve hem de Osmanlı tarihçileri ittifakla açıklamaktadırlar.
23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE DÜNYA ÇOCUK BAYRAMI KUTLU OLSUN

22 Nisan 2014 Salı

ATATÜRK'ÜN BİR ANISI
Cumhuriyet’in ilanından sonra idi. Karadeniz’de bir gezintiye çıkmıştı. Kendisine eşlik edenler arasında bulunuyordum. Rize’ye geldik. Yolların düzgünlüğü ilgisini çekmişti.
Valiye: “Yollarınızı nasıl bu hale getirebildiniz?” diye sordu.
Vali de anlattı; yakın köylüleri jandarmalarla toplattırmış ve yol onarımında çalıştırmış.
Ata’nın kaşları çatıldı. Oldukça sert bir dille:
“Vali Bey” dedi. “ ‘Corvee’ nedir bilir misin? Öyle ise ben söyleyeyim: Angarya demektir. Ve şu anda bilmeniz lazım ki, kanunsuz hiçbir vatandaşı işten alıkoyamaz, onu çalışmaya zorlayamazsınız. Cumhuriyet’te angarya diye bir şey yoktur.”
NİZAM-I CEDİD ' İN KURULMASI
Yeniçeri Ocağı’nın eski kanunnamesine dönüp, Ocağa Avrupa eğitim ve öğretiminin verilmesi daha kolaydır. Ancak 3. Selim ve yardımcıları yeni bir ocak kurma yoluna gitmişlerdir. Bunun sebebi de şüphesiz Yeniçeri Ocağı’nın umutsuz durumu idi. Çünkü Yeniçeri Ocağı çok fazla bozulmuştu, hatta Yeniçerilerin çoğu asker bile değildi. Esameler ya para ile satılmış ya da babadan oğula geçmişti. Ocakta her sınıftan halk vardı.”Yeniçerilik teşkilatı askeri karakterini kaybederek mali ve iktisadi bir hal almıştı”. Geçimi Yeniçeri esamesinden karşılayan pek çok insanın tepkisi olacağı için esameler askerliğe ehliyeti olmayanlardan toplanamamıştır. Bu nedenle yeni bir ocak kurulması yoluna gidilmiştir.
Avusturya ve Rusya ile sulh imzaladıktan sonra Koca Yusuf Paşa yurtdışından Levent’teki neferlere eğitim verecek Avrupa talim ve terbiyesinden anlayan birkaç adam getirmişti. Genç Yeniçerilerin de katılması öngörülmesine rağmen Yeniçeriler itiraz etmişlerdi. Bunu üzerine 3. Selim Nizam-ı Cedit’ in ayrı bir ocak olarak kurulmasını emretti. Ancak birbirine düşman iki ocağın zararı olacağından Nizam-ı Cedit Bostancı Ocağı’na bağlandı.

Nizam-ı Cedit’ in ilk kanunnamesine göre 12 000 Nizam-ı Cedit askeri olacaktır. 1600’ü İstanbul’da, 800-1600’er asker ise Rumeli ve Anadolu’nun çeşitli yerlerine yerleştirilecekti. Nefer ve subayların yevmiyeleri ile silahları, giysileri Nizam-ı Cedit hazinesinden sağlanacaktı. Neferler bekar kalacak, subaylar evlenebilecekti.



Nizam-ı Cedit askerlerinin Yeniçeriler ve halk tarafından kıskanılmaması için halka yeni askerin gereği ve öneminin anlatılması gerekiyordu. Bunun için Sekban Başı olarak tanıtılan bir ağa görevlendirildi.Ancak kanunlar hakkında konuşanlara gereken şiddet gösterilmediğinden herkes devleti çekiştirmeye başlamıştı.3. Selim’ ün Nizam-ı Cedit lehinde yaptığı çalışmanın büyük etkisi olamamıştı. Yinede ilk anda kimsenin tepki vermemesinden yararlanarak Levent’te ve Anadolu’nun bir çok yerinde asker yetiştirme işine başlandı. 3. Selim askerlerin eğitimlerini sürekli takip etmiş, Anadolu’da çalışanları da teşvik etmişti.