Translate

10 Nisan 2014 Perşembe

BATU HAN'IN AVRUPA SEFERİ
Moğolların ilerleyişinden kaçan Kumanlar Macaristan Krallığına sığınırlar. Batu, Macar kralı IV. Bela’ya sayısız elçiler gönderecek ve cevap alamayacaktır. Batu, Moğollara ihanet ettiğini iddia ettiği Kumanların iadesini isteyerek Macarları tehdit eder. Tarihçiler arasında Batu’nun amaçları hakkında ortak bir görüş yoktur. Batu’nun tüm Avrupa’yı fethetmek mi istediği, yoksa sadece hakim olduğu toprakların güvencesini sağlamak için mi Doğu Avrupa seferi düzenlediği bilinmemektedir. Lehistan ve Macar topraklarına saldırmayı planlayan Sübedey ve Batu bu ülkelere casuslar göndererek durum hakkında bilgi sahibi olurlar. Genel komuta Sübedey’de olacak şekilde istila planı hazırlanır. Üçe bölünen ordunun ilk grubu Lehistan topraklarına girerken, ikinvi grup Karpatlara girer, üçüncü grup ise Tuna Nehri boyunca ilerler. Lehistan Ordusu Legnica Muharebesi, Macar Ordusu ise Mohi Muharebesinde yenilir. Macaristan ovası, Avusturya ve Dalmaçya Moğol egemenliğine girer. Moğollardan kaçan Macar kralı IV. Bela’yı takip etmek için Kadan görevlendirilir. 1241 yılında Batu ve Sübedey İtalya ve Almanya topraklarına sefer düzenleme planları yaparken Aralık ayında Ögeday Han’ın ölüm haberi alınır. Yeni hanın seçilmesi için geri çağrılan Moğol asilleri başkent Karakurum’a gitmek üzere cepheyi terk edecektir. Sübedey geri dönse de Batu fethedilen topraklarda kalacaktır.
ALTIN ORDU DEVLETİ'NİN SİYASİ TARİHİ
Cengiz Han'ın 1227'de ölümünden sonra büyük hanlık makamını Ögedey işgal etti. Onun hâkimiyeti, Moğol Hanlığı'nın teşkilâtlandırılması bakımından mühimdir. Bu maksatla kurultaylar toplanmış ve bazı umumî kurallar konulmuş, Cengiz'in "yasa"sı tatbik edilmekle beraber, şehirli ve köylü ahalinin ihtiyacına göre bir idare kurulmuştu. 1235'te devlet işlerini alâkadar eden yeni meseleler münasebetiyle toplanan büyük kurultayda Batı Seferi, yani Doğu Avrupa'nın istilâsı kararlaştırıldı.
Bu muazzam ordunun başında Cengiz'in torunu, Batu (Çoçi Oğlu) bulunuyordu. Aslında Harezm, Kafkasya ve İrtiş'in batısı büyük oğlu Cuci'ye düşmüştü (1224). Fakat Cuci, Cengiz Han'dan az önce öldü ve ona ayrılan yerler oğlu Batu Han'a verildi. Ona verilen bölgede kurulan devletin adı "Altınordu", asıl kurucusu da Batu Han'dır.Hanların ordugahında han çadırının üzeri altın kaplama olduğu için, bu çadıra "Altınorda" deniliyordu. Zamanla bu kelime Türkçede "Altınordu" şeklinde yazılır.
Hem Altınordalılar, hem de "kral sarayı" ve "ordugah" anlamlarında kullanılır. Batu Han'a ait olan yerlere, babasının adından dolayı "Cuci Ulusu" deniyordu. Ulus, "Birleşik İller" anlamında, yani yer adı olarak kullanıyordu. Sefere, ondan başka birçok Çingiz oğulları (prensleri) de iştirak edeceklerdi. Ön kıtaların kumandanı olarak da en meşhur generallerden biri olan Sübedey görülmektedir. İlk darbe Bulgarlar üzerine oldu. Bu hareket 1224'de Bulgarlar'ın Don boyundan dönen Moğol kıtalarına hücumların öcünü almak için yapılmıştı.
Bulgarlar az bir zaman içinde yenildiler; başta Bulgar olmak üzere şehirleri tahrip edildi. Şehirlerden ve büyük yollardan uzakta kalan halkın, bu istilâdan zarar görmediği muhakkaktır; şehirli ve köylü ahaliden birçoğunun da kaçarak, ormanlarda saklandığı anlaşılmaktadır. Bu suretle Moğol istilâsından sonra Orta İdil sahasındaki Bulgar unsuru ortadan kaldırılmış olmadı; yok olan şey: müstakil bir Bulgar devletiydi. Nitekim, çok geçmeden bu bölgede Bulgar beylerinin yeniden faaliyette bulunduklarını görüyoruz.
1237 sonunda kış mevsimi olmasına rağmen, Moğol ordusu Rus bölgesinin istilâsına başladı. Bu sıralarda Rus yurdu birçok knezliklere bölünmüştü. Ryurik sülâlesine mensup olmak üzere, muhtelif mıntıkalarda, knezleri, müstakil birer beylik hâlinde hükümet etmekte idiler; artık Kiyef merkez olmaktan çıkmıştı; onun yerine Suzdal Rusyası (Merkezi Vladimir) yükselmişti; batıda da Haliç knezleri kuvvet bulmuşlardı.
TİMUR'UN DEST-İ KIPÇAK SEFERİ
Timur, Harezm üzerine seferlerde bulunurken, zaman zaman Kaşgar ve Isık Göl taraflarında Moğollar ile Dest-i Kıpçak üzerine de asker sevk ediyordu. Timur, Harezm'de iken onun yokluğunu fırsat bile Moğollar, Maveraünnehir'e gelerek yağma hareketlerine başlamışlardı. Timur 1375 yılı sonunda Duğlat emiri Kameredin üzerine yürüdü ancak kışım şiddetinden dolayı Semerkant'a dönüp kışı geçirdikten sonra 1376'da bu harekatı tekrarladı ve Moğol emiri yenilerek kaçmak zorunda kaldı.
Cengiz Han'ın oğlu Cuci'nin soyundan gelen Toktamış, Ak Orda hükümdarı Urus Han, babasını öldürtünce Semerkand'a giderek 1375'te Timur'a sığınmıştı. Timur'dan sağladığı destekle 1375'ten başlayarak Doğu Deşt-i Kıpçak'a egemen olup 1378'de Altın Orda Devleti'nin egemenliğini ele geçirdi. Bu konuma yükselince, Timur'un kendisine yapmış olduğu tüm yardımları unuttuğu gibi, onu bir bakıma küçümsemeye başladı.
Bu başarılardan sonra Altın Orda Devleti'ni eski sınırlarına kavuşturmak amacıyla Timur'a bağlı bulunan Harezm'i geri istedi. Bu isteği Timur'la aralarının açılmasına neden oldu. 1387'de Yağma amacıyla Timurun egemenlik sınırları içindeki Azerbaycan'a girmekten çekinmedi ardından aynı yıl Timur'un çıktığı batı seferinden yararlanarak onun oğlu Ömer Şeyh'i yenip tüm Maveraünnehir'i acımasızca yağmaladı.
Timur, Toktamış üzerine yürümeden önce Harezm’e yürümüştü. 1388’de beşinci kez Harezm’e girmiş olan Timur buraya girişiyle Toktamış’ın en önemli destekçileri olan bu Kongratlar’a bir darbe vurduğu gibi önemli bir muhalifini de ortadan kaldırmış oldu. Ürgenç’i ele geçirerek halkını Semerkand tarafına göçürdü, şehri yıktırdı, yerine arpa ekilmesini buyurdu. Şehir 1391 senesinde Timur’un Kıpçak’a yürüyüşüne kadar 3 yıl harap kalmış ve bu Kıpçak seferi esnasında Harezm’in imarını emretmiştir.
Timur, 1390 yılında Semerkant’tan Deşt-i Kıpçak’a gitmek üzere harekete geçti. Otrar yakınlarında Karaasman mevziine ulaştıklarında Toktamış Han’ın elçileri geldi. Görüşmede elçiler Toktamış’ın af dileyen mesajını ilettiler. Timur elçilere, Toktamış’tan iyi bir davranış görmediğini, ona güvenmediğini belirtti. Timur güvenlik gereği elçiyi tutuklattıktan sonra 22 Şubat 1391’de harekete geçti. Timur çok büyük bir mesafeyi kat etmiş, bu arada ordusunda çıkan ciddi boyutlu açlık ve susuzluk problemlerini aşmış, nihayet Toktamış’ın ordusu ile 20 Haziran 1391'de Kunduzca mevkinde karşılaşmayı başarmıştı. Timur ordusunu alışılmış üçlü sistemden (merkez, sağ, sol) farklı olarak 7 kol düzenine göre tanzim etmişti. Çok çetin geçen savaşın sonunda Toktamış’ın ordusu bozulmuş, yenilen Toktamış kaçmayı başarmıştı. Toktamış Han’ın, Timur’u Deşt-i Kıpçak derinliklerinde ordusuyla birlikte yok etme taktiği tutmamıştı.

8 Nisan 2014 Salı

ARAP KÜLTÜRÜ
Arapların tamamına yakını Arapça konuşur ve çoğunluğu da İslam'a inanır. Ne var ki, Arabistan dışındaki bölgelerde yaşayan Araplar, yerli halkla karıştıkları için töreleri de değişikliğe uğramıştır. Öte yandan Afrika-Asya kurak çöl kuşağında yaşadıkları için aralarında büyük benzerlikler de vardır.
Çok eski zamanlardan beri kurak çöl kuşağını iki tür topluluk yurt edinmiştir: Göçebeler ve yerleşik olanlar. Yerleşik olanlar çiftçiler ya da kentlilerdi. Göçebeler ise hayvancılıkla uğraşır ve yılın büyük bir bölümünü otlaklar aramakla geçirirlerdi. Yazın otlaklar kuruyunca, yerleşme bölgelerine ya da vahalara çekilir ve buralarda kurdukları çadırlarda yaşarlardı. Böylece yerleşik halk ile göçebeler her zaman yakın ilişki içinde olmuşlardır. Yerleşik halk, göçebelerden eti için koyun ve keçi, ulaşım için de deve satın alırlardı. Bunların karşılığında göçebeler de tarım ürünü, silah, giysi gibi gereksinimlerini yerleşik halktan sağlardı.
Güney Arabistan çok eski çağlarda baharat ticaretinin önemli bir merkeziydi. Anadolu folklorunda da adı geçen Saba Melikesi Belkıs’ın, buradaki baharat krallıklarından birinde kraliçe olduğu sanılır. Baharat Arabistan'dan Akdeniz limanlarına deve kervanlarıyla taşınırdı. Bedevi ve Zenmariler adı verilen kabileler, Arabistan'dan ve Sina Yarımadası'ndan geçen bütün baharat yollarını denetim altında tutuyorlardı.
Kırsal kesimde yaşayan Arapların çoğunun yaşam biçimi birbirine benzer. Üzerinde oturulan ve uyunan halılar, kilimler ve yastıklar, evlerin başlıca eşyasıdır. Evler genellikle iki bölüme ayrılmıştır. Erkeklerin girip çıkabildikleri bölüme selamlık, ailedeki kadınların yaşadığı bölüme de harem/haremlik denir. Geleneksel konukseverlik, özellikle kırsal kesimde bugün de sürmektedir. Yörelerinin önde gelenleri, tanımadıkları yolcuları bile evlerinin selamlık bölümünde ağırlarlar.Bedeviler, günümüzde toplam Arap nüfusunun yüzde 5-10'unu oluştururlar ve özellikle Suudi Arabistan'da yaşarlar. Kentlerde yaşayan Arapların sayısı nüfusun yüzde 40’ı kadardır. Geri kalanlar birbirlerinden uzak küçük köylerde yaşadıkları için geleneklerini daha çok korumuşlardır.

7 Nisan 2014 Pazartesi

DULKADİROĞLU ŞEHSUVAR BEY İSYANI
Kayıtbey Sultan olduktan sonra hemen ortaya çıkan sorun Memlûklulere bağlı olan güney-doğu Anadolu'da Elbistan merkezli bir Türkmen beyliği olan Dulkadiroğulları Beyliği'ni Osmanlı Devleti yardımıyla eline geçiren Şehsuvar Bey'in isyanı oldu. Şehsuvar Bey Kayıtbey daha Memlûklu Sultanı olmadan 1467'de üzerine gönderilen bir Memlûklu ordusunu yenmişti.
1468'de Kayıtbay Memluklu Sultanı olur olmaz Şehsuvar Bey üzerine Emir Kulaksız komutasında bir ordu daha gönderdi. Bu Memlûklu ordusu da Şehsuvar Bey tarafından yenilgiye uğratıldı ve Memlûklular Darende ve onlara bağlı Ramazanoğulları Payas ve Kozan (Sis) kalelerini kaybettiler. Bu sefer 1469'da Memlûkluların Malatya valisi ile Ramazanoğulları beyinin birleşik ordusu Şehsuvar Bey üzerine gönderildi ve bu ordu bir Şehsuvar Bey'i bir pusu ile yendi ve Şehsuvar Bey Kozan kalesini bırakmak zorunda kaldı. Fakat o yıl Şehsuvar Bey Memluklulara bağlı Ramazanoğullarına hücum edip başarılar kazandı. 1470'de Kayıtbay bu defa Şehsuvar Bey üzerine Atabey olan danışmanı Emir Özbek kumandasında bir ordu daha gönderdi ve bu Memlûk ordusu da yenilgiye uğradı. Sultan Kayıtbay Şehsuvar Bey'e destek sağlayan Osmanlı Sultanı II. Mehmed'e mektup göndererek Şehsuvar Bey'e barışcı olması için nasihat edilmesini istedi ve bunu uygun gören Osmanlı Sultanı bir nasihat mektubu gönderdiyse de Şehsuvar Bey bu nasihate hiç uymadı ve Osmanlı devletinin desteğini kaybetti.
1471'de ise Sultan Kayıtbey yakın danışmanı Emir Yas-beg komutasında yeni büyük ve harblerde yeni kullanılmaya başlayan küçük ateşli toplarla donanmış bir orduyu Şehsuvar Bey üzerine gönderdi. Bu Memlûk ordusu, elinde ateşli silah olmayan Şehsuvar Bey'in ordusunu Ceyhun Irmağı kıyılarında büyük bir yenilgiye uğrattı.Şehsuvar Bey Zamantı kalesine çekildi. Memlûklu ordusu bu kaleyi uzun müddet kuşattı. Sonunda kale teslim oldu ve Şehsuvar Bey esir alındı. Şehsuvar Bey ve üç kardeşi Kahire'ye getirildiler ve 1472'de hepsi idam edilerek Kahire kalesinin "Bab Züveyla (Züveyle Kapısı)"'nda asıldılar.
ANTİK MISIRDA HUKUK SİSTEMİ
Hukuk sisteminin başı resmi olarak firavundu. Firavun, yasama işlemlerinden (yasa çıkarma), adalet dağıtmaktan, hukuku ve düzeni korumaktan sorumluydu. Firavun bir bakıma doğruluk ve adalet tanrıçası Ma'at'ın yeryüzündeki temsiliydi.Antik Mısır'dan elimize ulaşan yasal düzenlemeler yoksa da, mahkeme kayıtları Mısır yasal düzeninin, doğru ve yanlışa ilişkin sağduyuya dayandığını göstermektedir. Bu sağduyu, konuyu karmaşık yasal düzenlemelere uydurmak yerine uzlaşmaya varmaya, anlaşmazlıkları çözmeye yönelmiştir.Yeni Krallık döneminde, Kenbet olarak adlandırılan yerel yaşlılar meclisleri, mahkemelerde ufak çekişmeleri ve küçük davaları çözümlemekle görevliydiler.Daha büyük davalar ise, örneğin cinayet, büyük emlak işlemleriyle ilgili uyuşmazlıklar ve mezar soygunculuğu gibi, Büyük Kenbet olarak adlandırılan, vezir ya da firavunun başkanlık ettiği mahkemede görülürdü. Davalı ve davacı kendilerini savunabilirlerdi ve gerçeği söyleyecekleri üzerine bir dini yemin etmeleri gerekirdi. Bazı davalarda devlet, davacı ve yargıç rollerini birlikte üstlenir ve işkence / dayak ile suçludan bir itiraf ya da suç ortaklarının adının alınması yoluna gidilebilirdi. Dava önemli ya da önemsiz de olsa mahkeme kâtipleri, suçlamaları, tanıklıkları ve mahkeme kararını, gelecekteki davalara dayanak olmak üzere kayda geçirirlerdi.
Küçük suçlara verilen ceza, suçun ağırlığına göre para cezası, dayak, burun ya da kulak vb. kesme ve sürgün olabilirdi. Cinayet ve mezar soygunculuğu gibi ciddi suçlar, başın kesilmesi, suda boğma ya da kazığa oturtma suretiyle idamla cezalandırılırdı. Cezalandırma, suçlunun ailesini de kapsayabilirdi.Hukuk sisteminde, hem sulh hem de ağır ceza davalarında adalet dağıtmada kahinlerin büyük rol oynaması, Yeni Krallık'la başladı. Kahin, tanrıya bir konu hakkında, cevabı "evet" ya da "hayır" olabilecek bir soru sorardı. Yargılama, bir grup rahibin hazır bulunduğu bir oturumda, tanrının birini ya da diğerini seçmesi, ileri ya da geri hareket ettirmesi ya da bir papirus ya da çömlek parçası üzerine yazılmış yanıtlardan birini işaret etmesiyle yapılırdı.[
IV.HAÇLI SEFERİNİN SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Konstantinopolis'te kurulan Latin İmparatorluğu fazla yaşamadı (1204-1261). 1261 yılında Bulgarların ve İznik'e kaçan Bizanslılar'ın hücumları sonucu yıkıldı. İznik Rum İmparatoru VIII. Mikhail Palaiologos tekrar İstanbul'a gelerek Bizans İmparatorlugu İmparatoru oldu. Dördüncü Haçlı Seferi'nin değerlendirilmesinde en son sözleri 20. yüzyılda Venedik ve Bizans tarihlerini yazmış olan modern İngiliz tarihçisi J.J.Norwich'in Bizans tarihi ilgili kitabında verilen şu değerlendirme ile bitirmek uygun görünmektedir:
Dünya olaylarının çok geniş içeriğinde .. Dördüncü Haçlı Seferi.. büyük bir felaket olarak görünmektedir. ... Bu demek değildir ki bu sefer, genel Haçlı Seferleri kavramının bir kötü ün kazanmasına neden olmuştur. Bir önceki yüzyılda birbirini takip eden seferler zaten Hristiyanlık tarihindeki en kara sayfalar oluşturmuştu. Fakat Dördüncü Haçlı Seferi (eğer Haçlı seferi demek kabilse) daha önceki Haçlı seferlerine kıyasla imansızlık ve ikiyüzlülük ve vahşilik ve açgözlülük bakımından önceki seferlerden katkat üstünde olmuştur. ... İstanbul'un talan edilmesi, 5. yüzyılda Roma'nın barbar kavimler tarafından yağmalanmasından, 7. yüzyılda İskenderiye kütüphanesinin ve kitaplarının... yakılmasından, bütün dünya için daha çok felaketli olan bir kayıp ortaya çıkarmıştır... Haç sancağı altında savaşan bu adamlara... nakliyat sağlayan ve kendilerine ilham ve moral veren ve onları cesaretlendiren ve onların başını çeken en sonunda Enrico Dandolo'dur. Bu kişi bunları Venedik Cumhuriyeti adına yapmıştır ve bu trajediden en mühim kârlı parsayı toplayan Venedik olmuştur. Bu nedenle bütün dünya için bu büyük kargaşalık, felaket ve yıkımı ortaya çıkarmanın mesulleri Venedik ve onun kör, ihtiyar düküdür.