Translate

5 Mart 2014 Çarşamba

OSMANLI PRENSESİ CEMİLE SULTAN
Padişah Abdülmecit’in 37 çocuğundan biri olarak 1843 yılında Beylerbeyi Sarayı’nda dünyaya geldi . Annesi, Düzd-i Dil Kadın Efendi idi. Annesini üç yaşında iken kaybetti. Abdülhamit Efendi’yi de büyüten Piristû Kadın Efendi tarafından yetiştirildi
Babası, bir Bakanlar Kurulu kararı çıkartarak 1856 yılında Cemile Sultan ve bir diğer kızı Münire Sultan için Fındıklı’da Çifte Saraylar’ın yapımını başlattı. Cemile Sultan, 1858 yılında Fethi Ahmet Paşa’nın oğlu Mahmut Celaleddin Paşa ile nişanlandı. Paşa, vezirlik rütbesi ile Meclis-i Vâlâ üyesi oldu ve iki ay sonra düğünleri yapıldıÇift önce kendileri için kiralanan Emirgan’daki Mısırlı İsmail Paşa Yalısı’na, inşaatı tamamlandıktan sonra Fındıklı’da Abdülmecit’in yaptırdığı sarayına yerleşti.
Mahmut Paşa ile evliğinden Mahmud Celâleddin ve Besim adlı iki oğlu ile Fethiye, Fatma ve Ayşe Hanım Sultan adlı 3 kızı dünyaya geldi. 1861’de babasının ölümü üzerine Osmanlı tahtına amcası Abdülaziz çıktı. Eşi, Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi ile sonuçlanan 1876 hükümet darbesinde yer aldı. Abdülaziz’den sonra tahta ağabeylerinden Murat, onun 93 gün süren kısa saltanatının ardından da bir diğer ağabeyi Abdülhamit çıktı.
Abdülhamit tahta çıktığı günlerde, iki yaşındaki oğu Besim’i kaybetmiş olan Cemile Sultan adına Kandilli'de iskele yanındaki Sahil Sarayı’nı satın aldı. Cemile Sultan 1884’e kadar Abdülhamit’in hediye ettiği sarayda yaşadı.
Eşi, 1881’deki Yıldız Mahkemesi’nde Abdülaziz’i öldürmek suçuyla yargılanıp idama mahkum edilenler arasındaydı. II. Abdülhamit, bu mahkeme kararı üzerine Cemile Sultan’la eşinin nikahını iptal etti.
Damat Mahmut Celalettin Paşa, cezası hapse çevrilmiş bir vaziyette olmak üzere Mithat Paşa ile birlikte Taif’e sürgün gönderilip bundan 3 yıl sonra da muhafızlar tarafından öldürüldü. Kocasının ölümünden sonra sarayını oğlu Celalettin’e devreden Cemile Sultan, Erenköy’de bir köşke taşındı.
Abdülhamit ile uzun bir dargınlık döneminden sonra barıştı, Yıldız Sarayı’na ziyaretlere gidip gelmeye başladı. Bir saray ziyaretinden köşküne dönüşünde hastalandı ve uzun süre yatalak kaldı. 7 Şubat 1915’te hayatını kaybetti. Sultan Abdülmecid’in Türbesi yanındaki küçük hazireye gömüldü.
MİKLOS HORTHY
(d. 18 Haziran 1868 - ö. 9 Şubat 1957), II.Dünya Savaşı'nın çoğu boyunca Macaristan Krallığı'nın Naip'iydi. Bu görevde 1 Mart 1920'den 15 Ekim 1944'e kadar hizmet etti.
Horthy 14 yaşında (şimdi Rijeka, Hırvatistan) Avusturya-Macaristan donanma akademisine girdi.
Genç bir adam olarak, Horthy dünyayı dolaşmış ve Türkiye ve diğer ülkelerde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu için bir diplomat olarak görev yapmıştır. 1908-1914 yıllarında kendisine büyük bir saygı vardı. İmparator Franz Joseph'in emir subayı oldu.
I. Dünya Savaşı sırasında, Horthy yüzbaşılığa terfi ederek daha sonra Avusturya-Macaristan donanmasında amiral oldu. 1917'de Otranto Boğazı seferi'nde görev yaptı. Savaş sırasında İtalyan Donanmasını birkaç kez mağlup ederek Otranto Boğazı Savaşı'nda yaralandı.
Amiral Horthy, Avusturya-Macaristan donanmasına ait bir subaydı. Birinci Dünya Savaşı'nın son yılında başkomutan oldu.
Macar sosyalistler ve komünistler Béla Kun altında 1919 yılında Macaristan'da karşı devrimci hükümeti kurdu ve Macaristan Sovyet Cumhuriyeti ilan edildi. Béla Kun, kuvvetlerini komuta etmesini Horthy'den istedi. Müttefik güçlerin izni ile Fransız destekli Romanya kuvvetleri Macaristan işgal ederek Kun hükümetini devirdi. 1919 yılında Budapeşte tahliye olduğunda, Horthy Ulusal Ordusu'nun başına geçti. Macar Komünist Partisi yasaklandı.
1919 yılında Budapeşte tahliye olduğunda, Horthy Ulusal Ordusu'nun başına geçti.
Nisan 1941 yılında, Macaristan Almanya'nın müttefiki olarak II. Dünya Savaşı'na girdi. Ekim 1944 yılında savaşın artık Almanların aleyhine gitmesiyle Horthy, Macaristan'ı müttefiklere teslim edeceğini duyurdu. Aralık 1944'te Budapeşte Sovyet güçleri tarafından kuşatma altına alındı. Horty Naziler tarafından hemen tutuklanarak istifa etmek zorunda bırakıldı veBavyera'ya götürüldü. Horthy Avrupa'da savaşın son anına kadar Bavyera'da ev hapsinde kaldı. 1 Mayıs 1945'te, Horthy ABD 7. Ordu personeli tarafından kurtarıldı ve sonra tutuklandı. Savaşın sonunda ABD askerler tarafından gözaltına alınmıştır. 17 Aralık 1945 tarihinde, Horthy Nürnberg hapishaneden serbest bırakıldı ve Bavyera'da, Weilheim kasabasında ailesine kavuşması için izin verildi. Papa XII. Pius tarafından finansal olarak desteklenerek dört yıl orada yaşadı.
1948 yılında Nürnberg savaş suçları mahkemelerinin de tanık olarak görünen sonra Horthy Portekiz'e yerleşti ve yaşamının kalan yıllarında orada yaşadı. Anıları yazdığı kitabı Ein Leben für Ungarn 1953 yılında Almanca olarak yayınlandı. İngilizce çevirisi üç yıl sonra ortaya çıktı.
İMPARATOR HİROHİTO
(d. 29 Nisan 1901 - ö. 7 Ocak 1989), 1926'dan 1989'a kadar 63 yıl boyunca Japonya'yı yöneten 124. Japon imparatorudur. En uzun süre tahtta kalan imparatordur.
1901'de Tokyo’da doğdu. Babası İmparator Taişo, annesi Teimei’dir. Çocukluk adı Michinomiya idi. 1904'te Gakushūin 学習院 (soylular okulu ve müdürü Orgeneral Nogi Maresuke) ve 1921'de 'Veliaht okuma yeri'ni bitirdi. Aynı yılda 6 aylık bir Avrupa gezisine çıktı. Böylece yurtdışına çıkan ilk Japon prensi oldu. Bu geziden dönünce, babası İmparator Toişo'nun hastalığı ağırlaşınca görevlerini yerine getiremez hale geldi. Bunun üzerine Hirohito, naip prens oldu.
1924’te Prenses Nagako ile evlendi. Babası 25 Aralık 1926’da ölünce Japon İmparatoru ilan edildi. Büyük Japon İmparatorluğu Anayasası (Dai Nihon Teikoku Kenpō) imparatora çok büyük yetkiler tanıyordu. II. Dünya Savaşı'nda Japonların yenilmesi üzerine, 15 Ağustos 1945’te radyoda Japonya’nın Potsdam Bildirisi’ni kabul ettiğini açıkladı. Bu konuşması ile Japon imparatorlarının geleneksel konuşmama âdetini bozdu.
ABD işgal yetkilileri Japonya’da demokratik bir anayasa hazırladılar. İmparatorun birçok yetkilerini sınırladılar. Hirohito, Japon inancına göre tanrısal güce sahip olduğu sanılan imparatorların bu iddiasından da vazgeçtiğini açıkladı. Hâkimiyet haklarının Japon halkına ait olduğunu ilan etti.
İmparatorluk ailesi ile Japon halkını birbirine yakınlaştırmak için Hirohito halkın içine de çıkmaya başladı. Geleneklerine uymamasına rağmen, kendisinin ve aile hayatı ile ilgili fotoğraf ve haberlerin yayınlanmasına izin verdi.
1971’de Avrupa gezisine çıktı. Aynı sene Anchoraga’da ABD başkanı Nixon ile görüştü. 1975’te ABD’ye resmî bir ziyaret yaptı.
Japon inanışına göre çok kutsal sayılan Japon İmparatoruna ait birçok geleneği yıkan Hirohito, yerine imparator olacak oğlu Akihito’nun halktan biri olan Şoda Miçikio’yla evlenmesini onayladı.
1989 senesinde Tokyo’da öldü. Hirohito hayatı boyunca deniz biyolojisi ile ilgilenmiş ve sarayında bu hususta çeşitli çalışmalar yapmıştır. İkisi erkek olmak üzere yedi çocuk babasıydı.
ROSA LUXEMBURG
1871 yılının (bazı kaynaklara göre 1870) 5 Mart'ında Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Polonya'da doğdu. Daha genç yaşlarında sosyalizmle tanıştı ve dönemin solcu gruplarında yer aldı. Daha 18 yaşındayken içinde bulunduğu gruplar ve politik görüşü yüzünden İsviçre'ye kaçmak zorunda kaldı. 1889'da Zürih Üniversitesi'ne girdi. Burada felsefe, tarih, politika, ekonomi ve matematik öğrenimi gördü, hayatında büyük etki bırakacak isimlerle tanıştı.
1890 yılında Bismarck'ın sosyal demokrasiyi yasaklayan kanunun lağvedilmesi ardından, sosyalist parlamentoya girdi. Parlamentoya giriş, dönemin sosyal demokratlarının devrimci uçtan uzaklaşmasına ve parlamentoda daha etkin olabilmek için çalışmasına neden oldu. Bu, Rosa Luxemburg'un da dahil olduğu devrimci görüş çizgisindekileri rahatsız etmekteydi. Bu sırada Zürih'te öğrenim görmeye devam eden Rosa 1898 yılında doktorasını tamamladı. Özgür bir Polonya için çalışmalarına devam etse de, onun kafasındaki tabloda Almanya, Avusturya ve Rusya'da devrim gerçekleştiği taktirde Polonya özgür olabilirdi. Bu tablo milliyetçi bir çizgi çizen Polonyalı sosyalist grupların ve Polonya Sosyalist Partisi'nin ondan daha da uzaklaşmasına neden oldu. Daha sonra bu görüşleri Rus sosyalist çevrelerle de ilişkisinin bozulmasına yol açacaktı.
1898 yılında Gustav Lübeck ile evlenerek Berlin'e taşındı, Alman vatandaşlığı kazandı. SPD'nin (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) aktif bir üyesi oldu. 1900 yılına gelindiğinde Luxemburg'un fikirleri tüm Avrupa'da sosyalist çevrelerde büyük yankı uyandırmakta, yazdığı makaleler ilgi görmekteydi. Özellikle Eduard Bernstein'in düşüncelerine getirdiği eleştiriler ile öne çıkıyordu. Alman militarizminin yükselen değer olması Luxemburg'u ziyadesiyle rahatsız ediyordu, bu konuda partiyle de ters düşmüştü. 1904 ile 1906 yılları arasında siyasi faaliyetleri ve görüşleri nedeniyle üç kez hapse girdi. Aldığı hapis cezaları onu yıldırmadı, faaliyetlerine devam etti. SPD'nin eğitim merkezlerinde Ekonomi ve Marksizm öğretmeye başladı.
Savaşın başlamasıyla esen milliyetçi rüzgar SPD'nin de milliyetçi eğilime yönelmesine neden oldu, ki bu Luxemburg'un fikirleri ile tamamen tezatlık oluşturuyordu bu sebeple partiyle olan tüm ilişkisini kesti. 5 Ağustos 1914'de Karl Liebknecht ile beraber Internationale grubunu kurdu. 1 Ocak 1916'da grubun adı Spartaküs Birliği (Spartakistler - Almanca Spartakusbund) oldu. Grubun devlete karşıt tutumu yüzünden 28 Haziran 1916'da Luxemburg hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste geçirdiği yıllarda birçok makale kaleme aldı. Özellikle Rus devrimi üzerine yazdıkları ve Bolşeviklere getirdiği eleştiriler çarpıcıdır.
1918 Kasım'ında Luxemburg hapisten çıktı. Faaliyetlerine devam etti ve Liebknecht ile birlikte Alman Komünist Parti'sini kurdu. 15 Ocak 1919'da Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve Wilhelm Pieck, Freikorps tarafından tutuklandılar, Pieck kaçmayı başarırken Luxemburg ile Liebknecht yedikleri darbelerle bilinçlerini kaybettiler. Aynı gün, Luxemburg ölene kadar dövülmüş ve ölü vücudu nehre atılmış, Liebknecht de başından yediği kurşunlarla öldürülmüştü.
KARTAL OVASI MUHAREBESİ
Bu sırada Serdar-ı ekrem Babadağı karargahında bir harp meclisi toplamıştı. Bu toplantıda Yeniçeri Ağası olan Kapıkıran Mehmet Paşa yeniçeri güçleri ile Tuna'yı geçip Kartal sahrasında ilerleyip Kırım Hanı ve Abdi Paşa güçleri ile bağlantı kurup bir ana üçlü saç ayağı kurup Rus ordusunu çembere alma planını sundu. Bu plan ordu erkanı tarafından uygun görüldü. Buna uyularak Osmanlı yeniçeri gücü tüm levazimatı ve zahire iaşeleri ile birlikte Tuna'dan karşı yakaya geçtiler ve Kartal sahrasında ileriye yürüyüşe başladılar.
Rus baskınlarında bozguna uğrayıp kaçan Kırım ve Abdi Paşa askerinin bir kısmı, bu ilerleyen yeniçeri gücüne katıldı. Bunların verdiği yeni haberi değerlendiren yeniçeri ağası geri dönüp Kartal sahrasının diğer ucuna gelip durumu haberci ile sadrazama bildirdi. Bu sırada sadrazam karagahına Kırım Hanı ve Abdi Paşa'nın gönderdiği resmi durum raporları da gelmişti. Bu raporlarda düşman Rus gücünün sanıldığından daha çok fazla olduğunu; ellerindeki mevcut güçler ile bu güçlü Rus ordusu karşısında durulamayacağını; karşı durmak için iyi yetişmiş 60.000 kadar askerin gerektiğini ve sadrazamın bu ordu ile birlikte bizzat gelmesi gerektiğini bildirmişlerdir. Bunun üzerine İvazzade Halil Paşa bütün Osmanlı ordusunu "üstü açık" adı verilen kayıklarla bir ay içinde Tuna Nehri'ni geçirtti. Kartal sahrasına geçerek tüm ordu ile Rus ordusu üzerine yürüdü. Bu arada Ruslar Larga Muharebesi'nde Kırım Hanı komutasındaki Osmanlı ve Kırım Askerlerini büyük bir yenilgiye uğrattılar.
Bu sırada Rus ordusu Larga Muharebesi'nde mağlup ettiği takviyeli Kırım güçlerini takip etmekteydi ve Osmanlı ordusunun Tuna Nehri'nin karşısına geçtiği hakkında haberleri bulunmamaktaydı. Rus ordusu Prut Nehri'nin Tuna'ya kavuşma mevkine gelip yüzbinden daha büyük Osmanlı ordusu ile karşılaşınca Rus komutanı şaşırdı. Kırım Hanı takviyeli süvari güçleri ile Rus ordusunun sol kolunda mevki almıştı ve Rus ordusunun geri dönüp çekilmesini önlemekteydi. Netice de, Kırım ordusuna karşı kazanılan (Ruslar tarafından Larga Muharebesi zaferine rağmen) Pyotr Rumyantsev komutasındaki Rus Ordusu, 60.000 kişilik Kırım Hanlığı ve Sadrazam İvazzade Halil Paşa komutasındaki 75.000 kişilik (bazı kaynaklarda 100.000 kişi) Osmanlı Ordusu tarafından çembere alınıp, Prut Nehri'nin bir kolu olan Kagül Irmağı yakınlarında sıkıştırıldı.Bu zor durumda, sayıca ve top yönünden üstün kuvvetler karşısında Büyük Petro'nun 1711 Prut Savaşı'ndaki durumuna düşmemek için, Rus General Pyotr Rumyantsev 40,000 (bazı kaynaklara göre 18.000) askeri ile piyade kareleri oluşturtu.
Serdar-ı ekrem İvazzade Halil Paşa ise gayet temkinli davranmaya karar vermişti. Mevcudu nisbeten çok küçük olan Rus gücüne karşı muhaharebeye başlamadan üç kat siper kazdırmıştı. Rus generalı takviyeli Kırım Hanlığı kuvvetlerinin yardıma gelmesine fırsat kalmadan hızla çemberi yarmayı hedeflemişti. Rus gücü beşer taburluk kareler halinde tedbir almışladı. Saldırı yönü olarak 75.000 kişilik Osmanlı Ordusu'nu ve kampını seçmişlerdi. Ruslar sabaha yakın harbeli tüfekleriyle ani olarak bir saldırıya karar vermişlerdi. Rus gücünün bu disiplinli taaruzu karşısında nizamsız ve talimsiz olan Osmanlı askerleri karşı koyamadılar ve siperlere doğru kaçmaya koyuldular. Sayıca kendilerine göre son derece az bir kuvvetin taarruzuna karşın ilk başta karşıya geçmiş olan yeniçeri piyade kuvvetlerinin karşı saldırısını da Ruslar püskürtüler. Hemen ardından Osmanlı güçleri arasında bir panik başlayıp siperdeki kuvvetlerin kaçmaya başlaması ile bütün Osmanlı Ordusu dağıldı ve Tuna üzerinde geriye geçecek bir köprü bulunmadığı için, bu çok büyük insan zayiatina dönüştü. Ruslar çemberi yarmakla kalmayıp bir de esas Osmanlı Ordusu'nu ağır bir bozguna uğratmışlardı. Kartal sahrasında Debbağ köprüsü mevkinde yapılan bu muharebe 8 saat sürmüştür.
Savaş alanının yaklaşık 20 km ilerisinde Kırım Hanlığı'nın 40.000 kişilik süvari gucleri,takviye kuvvetleri ve Abdi Paşa ordusu olmasına rağmen bunların muharebeye katılma fırsatları bile olamamıştı.
Ruslar zayiatlarını 1.000 kişi olarak bildirirler. Osmanlı kaynakları ise Osmanlı askerlerinin üçte birinin şehit düştüğünü ve Rusların eline 130 ile 142 pare arası top ve 7000 zahire yüklü araba geçtiğini bildirirler.
Osmanlı ordusunu talim, terbiye, nizam ve intizam yoksun olduğu serdar-ı ekrkerm İvazzade Halil Paşa tarafından anlaşılmamıştı. Ayrıca büyük bir orduyu Tuna Nehri üzerine köprüler kurmadan kayıklarla bir ay süren bir faaliyetle karşı yakaya geçirip, mağlubiyet olasığına karşı oradan nasıl geri dönüleceğini hiç düşünmmesi onun komutanlık hatalarındanidr. Halbuki Osmanlı devletinin büyük yenilgilerinden olan Sen Gotthard Muharebesi ve Zenta Muharebesi aynı şekilde körpü kurmadan büyük nehirlerden karşı yakaya geçme sırasında ortaya çıktığının hatırlanması gerekmekteydi. Bundan başka İvazzade Halil Paşa düşmanı mağlup edeceğini düşünerek Hotin üzerine gidileceğini düşünmekte idi. Osmanlı ordusunun tüm ağırlıkları ve büyük miktarda zahire de Osmanlı ordusu ile birlikte Tuna'dan karşıya geçirilmişti ve bunlar bu mağlubiyet dolayısıyla Ruslar eline geçmiştir.

4 Mart 2014 Salı

EMİNE NAZİKEDA KADIN EFENDİ
Abhazya nın Tzebelda kasabasında doğdu. Abhaz Prensi Hasan Bey Marşania ile Prenses Fatma Horecan Aredba'nın kızıdır. Ailesi Osmanlı Devleti'ne, 93 Harbi'nde Abhazya'dan göç ederek yerleşti. Marşania Abdülkadir Bey'in kızkardeşidir.
Ailesi tarafından 1876 yılında kız kardeşleri Daryal ve Naciye ile kuzenleri Amine, Rumeysa, Pakize, Fatma ve Kamile Hanımlar ve sütnineleri ile birlikte küçük yaşta iken Cemile Sultan'nın nedimelerinden olan halaları Suzidil Hanım'ın yanına gönderildi. Sarayda Emine Nazikeda adını alan genç kız, Cemile Sultan'nın veremli kızı Fatma Hanım Sultan'nın yoldaşı oldu. Fatma Sultan 1890 yılında öldü.
Emine Nazikeda Hanım'ı görüp aşık olan Sultan Vahdettin onu kardeşi Cemile Sultan dan istedi. Cemile Sultan üzerine eş almamak üzere yemin ettirdikten sonra nikaha izin verdi. Vahdettin 24, Emine Nazikeda Hanım 19 yaşında iken 8 Haziran 1885'te Ortaköy Sarayı'nda evlendiler.
Üç yıl sonra 1888'de dünyaya gelen kızları Fenire Sultan birkaç hafta sonra öldü. 12 Eylül 1892'de Fatma Ulviye Sultan, 19 Nisan 1894'te ise üçüncü kızları Rukiye Sabiha Sultan doğdu. Bu doğumdan sonra doktorların başka çocuğu olamıyacağını söylemesi üzerine Vahdeddin oğlan çocuk sahibi olması için eşinden evlenme izni aldı. Vahdetin, analığı ve I. Abdülmecid'in eşi olan Şayeste Hanım'ın nedimesi 16 yaşındaki Seniye İnşirah ile 8 Temmuz 1905 tarihinde Çengelköy Sarayı'nda evlendi.
Eşinin 1918 yılında Padişah olması üzerine Osmanlı Devletinin son baş kadınefendisi oldu. Beş nedimesi vardı. Baş nedime dayısı Prens Halil Aredba'nın ortanca kızı Rumeysa Aredba(1875-1927), ikinci nedime ağabeyi Abdülkadir Bey'in kızı Şahinde Hanım (esas adı Kezban), üçüncü nedime Bayla Hanım, dördüncü nedime Şaheser Hanım, beşinci nedime ise Leyla Açba idi. Ablası Prenses Asubican Hatice Hanım (1891-1955) da saraydan ayrılana kadar Emine Nazikeda Kadın Efendinin nedimeliğini yaptı.
Vahdettin yurdu terk edince,eşleri ve haremindeki bütün kadınlar Ortaköy'deki Feriye Sarayı'na nakledilmişlerdi. Emine Nazikeda baş kadınefendi ise önce kızının yanına yerleşti; sonra Feriye Sarayı'na gidip oradaki kadınların durumu düzelene kadar onların şartlarının düzeltilmesini sağladı.
3 Mart 1924 senesinde 431 sayılı kanunla Osmanoğlu hanedan üyeleri yurt dışına sürgün edilince yanında Vahdeddin'in ikinci kadını Müveddet, baş nedimesi prenses Rumeysa Hanım, harem ağaları ve iki kamyon eşya ile Vahdeddin'in kaldığı San Remo'daki villaya yerleştiler.
Vahdettin'in ölümünden sonra Monte Carlo'da kızı Fatma Ulviye Sultan ile ev tuttu. 1929 yılında Fransa'nın Menton şehrinde bir müddet kaldı ve daha sonra Kahire'ye yerleşti. 4 Nisan 1941'de Kahire'de vefat etti ve bu şehirdeki Abbasiye mezarlığı'na gömüldü.
I.ALEKSANDIR BULGARİSTAN PRENSİ
(d. 5 Nisan 1857, Verona, Venedik - ö. 17 Kasım 1893, Graz, Avusturya), özerk Bulgaristan'ın ilk prensi.
Battenberg prensi Alexander'ın (sonradan Hessen prensi) oğlu ve Rus çarı II. Aleksandr'ın en gözde yeğeniydi. Osmanlı-Rus Savaşı'nda (1877-78) Ruslarla birlikte savaştı. Savaş sonunda Bulgaristan özerklik kazandı ve Berlin Kongresi (1878) kararları uyarınca Aleksandr, özerk Bulgaristan'ın prensi seçildi (29 Nisan 1879). Ama Ruslar, içişlerine yoğun olarak müdahale etmeye başladılar. Aleksandr, anlamsız olarak nitelediği liberal anayasaya sırt çevirerek önce ulusal meclisi dağıttı (1880). Ardından anayasayı askıya alarak bütün iktidarı kendisinde topladı (1881). Rusya'da III. Aleksandr'ın tahta çıkmasından sonra bu ülkeyle ilişkileri bozuldu; Rus müdahalelerine karşı koyabilmek için Prens Aleksandr anayasayı yeniden yürürlüğe koydu (1883) ve liberallerle muhafazakarlardan oluşan yeni bir hükümetin işbaşına geçmesini kabul etti.
Bulgaristan Doğu Rumeli'yi ilhak edince (Eylül 1885) Rus-Bulgar ilişkileri daha da kötüleşti. Rus çarı, Prens Aleksandr'ı tahtından uzaklaştırmaya karar verdi. Ayrıca Sırbistan'daki karışıklıklar da gittikçe arttı ve savaşla sonuçlandı (Sırp-Bulgar Savaşı, Kasım 1885). Aleksandr, Bulgar kuvvetlerine başarıyla kumanda ederek Kasım 1885 sonlarında Sırbistan topraklarına girdi. Ama Avusturya'nın baskısıyla önve bir ateşkes antlaşmasını , ardından da mevcut düzeni koruyan bir barışı kabul etmek zorunda kaldı (Bükreş Antlaşması, Mart 1886). Gene de Doğu Rumeli'nin Bulgaristan'a resmen katılması konusunda büyük devletlerin onayını almayı başardı (Nisan 1886). 21 Ağustos 1886'da, Rus yanlısı subayların yaptığı bir darbeyle tahttan çekilmeye zorlandı ve çok sıkı güvenlik önlemleri altında sınır dışı edildi. Bir süre sonra yeniden ülkesine dönerek taht üzerinde hak iddia ettiyse de, Rusya'nın desteğini sağlayamayınca 7 Eylül 1886'da resmen tahttan çekildi. Daha sonra Hartenau kontu unvanı alarak Avusturya ordusunda general rütbesiyle görev aldı.