Translate

4 Mart 2014 Salı

KIRIM TARİHİ
430'dan sonraki yıllarda, Attila'nın amcası Aybars'ın hâkimiyetine giren Alanlar'ın, daha 3. asırda kurulan Sudak (Soğdak) Aradav'da (sonraları Feodosya, Kaffa ve Kefe adlarını aldı) şehirlerini almasıyla Kırım Yarımadası'nın Türk tarihi ile ilgisi başlamıştır. Hun Türk İmparatorlu'ğunun yıkılışından sonra Kuban, Azak ve Don nehri ağızlarında çeşitli Türk boyları ve bunlar arasında Bulgar Türkleri oturuyordu. 6. asrın son yarısında Avarlar ve diğer Türk boylarının akınları olmuştur. Kersones, Sudak ve Kerç bunlara karşı Bizans'ın dayanak noktaları idi. 7. asırda Kırım'ın bozkırları Hazar Türkleri'nin idaresine geçti. Bunlar Kırım'ı, Göktürkler'de olduğu gibi Tudun veya Todun ünvanlı valilerle yönetiyorlardı. Kırım, daha sonra 8. yüzyılda ise Hazarlar'ın bir vilâyeti oldu. Hazarlar'ın yıkılışından sonra da Kırım, Hazarya veya Gazarya adında küçük bir devlet olarak kalmış, 10. yüzyılda Azak Denizi ile birlikte Karadeniz'e de Hazar Denizi denilmiştir. 1083'de bu küçük Türk devleti halâ yaşıyordu. Selçuklu Emîri Hüsameddin Çoban, 1221'de Kırım seferinde, bu Hazar bölgesinde Sudak çevresinde Kıpçıklar ve onların müttefiki Ruslarla savaşmıştır. Hazarlar'dan sonra Peçenekler, daha sonra da Kıpçaklar komşu bozkırları ve Kırım'ı alarak buraya yerleştiler. Kültürlerini bugün de koruyan Karaim Türkleri Hazarlar'dan gelmekte olup, daha 11. yüzyılda bunların Türkçe tevratları vardı.
1227'de Cengiz Han'ın ölümünden sonra kurulan Moğol Hakanlığı zamanında, Cengiz'in büyük oğlu Cuci'nin oğlu Batu Han 1227 -1256 yıllarında büyük bir ordu ile Doğu Avrupa'yı alıp Altın Orda Devleti'ni kurdu. 1241'de Batu Han İdil Nehri'nin aşağı yatağında ve kıyısında kurduğu Orda (karargâh), Saray (Volga'daki Eski Saray) adını alarak kısa zamanda en önemli siyasî ve ticarî merkez oldu. Şeklen Karakurum'a bağlı olarak Batu Han'ın hâkimiyeti 1256'da ölümüne kadar sürmüştür. Bundan sonra gelen küçük kardeşi Berke Han'ın (1256-1266) Müslümanlığı kabul etmesiyle, ülkede İslâm yayılmaya başlamıştır. Berke Han zamanında Altın Orda en parlak devrini yaşamıştır. Batu Han'ın kurduğu Saray şehrine «Taht İli» denirdi. Bu şehir Berke Han zamanında daha elverişli bir yere nakledilerek Yeni Saray veya Saray Berke adını aldı. Özbek Han zamanında (1313-1340) İslâm dini, 1320'den sonra büsbütün kuvvetlendi.
1239'da Altın Orda (Kıpçak Hanlığı) gelince, kıyılar dışında bütün Kırım yarımadası bir Türk ülkesi halinde idi. Kuzeyde Hazarlar ve Kıpçaklar zamanında Kırım limanları, iç muhtariyetlerini korumak şartıyla yüzyıllar boyu Bizans'a bağlı kaldılar. Fakat Karadeniz ticareti Venedikliler'in, sonra 1261'de Mihail Paleologos'a yardımlarına karşılık Cenevizlilerin eline geçti. 1266'da Altın Orda hanı Men-gü Timur'dan ticaret için Kefe'de yerleşme müsaadesi aldılar ve sahillerde başka koloniler kurdular. 1381'de de bir anlaşma ile buralardaki hâkimiyetlerini Altın Orda Devleti'ne tasdik ettirdiler. İç tarafta Eski Kırım veya Salgat (Solhat), Altın Orda genel valilerinin oturduğu yer olup, Kefe'den sonra yarımadanın en önemli ticaret merkezi idi. Kefe'de ise Han adına Müslümanlar'ın işine bakan bir Bas-kak ile bir Tamgacı (gümrükçü) bulunuyordu. Kırım yarımadasının yalı boyu bölgesi tamamiyle Ceneviz kolonisi olmakla beraber, 1475'de Osmanlı hâkimiyetine geçinceye kadar Türk Hazarlar'ın bir hatırası olarak Hazariye (veya Gazariya) adını koruyordu.
XIII. ve XIV. y.y.'larda Altın Orda, siyasî, iktisadî ve kültür bakımından Türk dünyasının en önemli bir ülkesi idi. Özbek Han'ın hanımlarından biri Andronikos Paleologos'un kızı idi. Böylece Bizans-la sonra Memlûkler, Osmanlılar, Litvanya ve Lehistan devletleriyle yakın münasebet kurmuşlardı. Ayrıca Yıldırım Bayezit ve Toktamış arasında Timur tehlikesine karşı yakın dostluk vardı. Toktamış (1376-1396) onların son büyük hakanı olmuş, Timur tarafından Saray şehri yıkılıp ahalisi kılıçtan geçirilmiştir.
1357'de Altın Orda hanlarından Canibek'in ölümünden sonra taht kavgaları, 1391 ve 1395 Timur - Toktamış savaşları sonunda Kıpçak İli zayıf düşmüş ve 1502'de bu devlet son bulmuş, yerinde Kırım, Kazan, Sibir, Astarhan hanlıkları ve Nogay Mirzalığı doğmuştur.
Böylece, XIV. y.y. sonlarına kadar Altın Orda idaresinde kalan Kırım'da, 1395'lerde Cengiz soyundan Cuci'nin oğlu Tokay Timur'dan gelen Baştimur sikkelere kendi adını da koydurmuştu. Onun oğulları Kırım'da ayrı bir Hanlık kurmayı başarmışlardır. Fakat Don - Dinyeper arasında uzanan Kırım Hanlığı'nın gerçek kurucusu Hacı Giray'ın kendi adını taşıyan en eski tarihli sikkesi 845 (1442) yılından kalmadır. 1454'den itibaren Bahçe Saray bunların merkezi idi. 1466'da Hacı Giray ölünce oğulları taht kavgası ve karışıklık çıkardılar. Fatih Sultan Mehmet 1475'de Gedik Ahmet Paşa'yı kuvvetli bir donanma ile gönderip Kefe'yi ve Kırım sahillerindeki Cenevizliler'e ait bütün limanları feth ettirdi. Cenevizliler tarafından hapse atılan Mengli Giray kurtarılıp hanlığa getirilerek Osmanlı sultanına tâbi olmayı kabul etti. Mengli Giray ile yerleşen Kırım Hanlığı ilk defa 1484'de Sultan II. Bayezit'in Akkirman seferine katılarak işbirliği yapmıştır. Yavuz Sultan Selim'e kızını vermiş olan Mengli Giray, ona askerî destek sağlayarak tahta geçmesine yardım etmiştir. Bundan sonra hanlar sultanın özel fermanları ile tasdik olunurdu. Fakat Rusya kuvvetlenince, 300 yıl boyunca kendi hanları idaresinde ve Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Kırım Hanlığı'na göz dikmiş, 1736'da Kırım yarımadasına girerek Bahçe Saray'da iki bin evi ve Han Sarayı'nı yakmış, Selim Giray'ın kurduğu zengin kitaplık da mahvolmuş, Kalgay'lar'ın merkezi Akmescit de yakılmıştır. Bundan sonra Şahin Giray ihanetle Rusya'ya kaçıp onlara sığındığından 1774'de Kaynarca Antlaşması ile Rusya Kırım'ın istiklâlini ve tarafsızlığını Osmanlı Devleti'ne kabul ettirdikten sonra 1783'de de Kırım'ı kesinlikle ilhak etmiştir. 1917'de Kırım Türkleri bağımsızlıklarını ilân edip devlet kurdularsa da 1920 sonlarında ihtilâl kuvvetleri gelince durum değişmiş, ilk dünya savaşından sonra 19 Ekim 1921'de muhtar Sovyet cumhuriyetleri arasına katılmıştır. Son dünya savaşında bazı Kırımlıların Alman kuvvetlerine katıldığı ileri sürülerek bütün Kırım halkı önce Sibirya'ya, sonra Orta Asya steplerine sürgün edilmiştir.
GEDİK AHMET PAŞA
Bilindiği kadarıyla Arnavutluk'un Avlonya şehrinde doğmuştur. II. Murat döneminde iç oğlanı olarak saraya girmiş olması devşirme kökenli olduğunu akla getirmekle birlikte, devşirme olmaması da pekala mümkündür. Arnavutkökenli olduğu savı özellikle, bir keresinde Arnavutluk seferine çıkmak istememiş olmasına dayandırılmaktadır. Ancak bu tutumunun ırkdaşlarına karşı cenk etmek istememenin dışında gerekçeleri de olabilir.
II. Mehmed zamanında kısa bir süre Rumeli Beylerbeyliği yaptıktan sonra 1461'de İshak Paşa'nın yerine Anadolu Beylerbeyliği'ne getirilmiştir. İlk olarak 1461sefere katıldı. Ardından vezirliğe yükseltildi. 1471'de Alâiye'yi (Alanya), ertesi yıl Silifke, Mokan ve Gorios kalelerini aldı. Akkoyunlu Devleti'nin askeri yardımıyla topraklarını geri almaya çalışan Karamanoğlu Pir Ahmet ve kardeşi Karamanoğlu Kasım Bey'i yenilgiye uğrattı. Osmanlılar ile Akkoyunlular arasındaki Otlukbeli Savaşının (1473) zaferle sonuçlanmasında önemli rol oynadı.1474'de idam edilen Veli Mahmut Paşa'nın yerine veziriazam oldu. Yine Karamanoğulları'ndan Ermenek ve Manyan hisarlarını aldı.
1475'de Kırım'daki Ceneviz kolonilerinin fethiyle görevlendirildi. Haziran 1475'de Kefe, Sudak ve Azak'ı aldı. Kefe'de Cenevizliler tarafından hapse atılmış olan Kırım Hanı Mengli Giray'ı zindandan çıkardı ve onunla bir anlaşma yaptı. Buna göre, Mengli Giray Kırım Hanı olarak Osmanlı himayesini kabul etti. Başarıları dolayısıyla kendisini üstün görmeye başlayan Gedik Ahmet Paşa, 1476'de görevlendirildiği İşkodra seferine çıkmaktan kaçınması üzerine veziriazamlıktan azledilerek Rumelihisarı'na hapsedildi. 1478'de serbest bırakıldı ve Kaptanıderyalığa getirildi. 1479'da Kefalonya, Zanta ve Ayamavra adalarını fethetti.
1480'de İtalya sahillerine çıkarak Napoli Krallığı'nın elinde bulunan Otranto'yu fethetti. Ertesi yıl Otranto'dan hareketle yeni fetihlere hazırlanırken Fatih Sultan Mehmet'in ölümü üzerine geri çağırıldı.
Haziran 1481'de II. Beyazıt ile Cem Sultan arasında Yenişehir'de yapılan savaşa son anda katılan ve savaşın II. Beyazıt'ın kazanmasında rol oynayan Gedik Ahmet Paşa, buna rağmen Cem taraftarı olduğuna dâir şüpheleri yok edemedi ve hapse atıldı.
Gedik Ahmet Paşa'nın hapsedilmesi kapıkullarının ayaklanmasına yol açtı. Bunun üzerine serbest bırakılan Gedik Ahmet Paşa, Karamanoğlu Kasım Bey'in isyanını bastırmak için Karaman'da bulunan Şehzade Abdullah'a yardıma gönderildi. Kasım bey kış sebebiyle Suriye'ye kaçınca, Gedik Ahmet Paşa isyanın bastırılmasında beklenen başarıyı sağlayamadı.
18 Kasım 1482 gecesinde Edirne'deki Yeni Saray'da padişahca verilen ziyafetin sonunda orada bulunanlara hil'atler giydirilip ikram olunurken Gedik Ahmed Paşa' ya siyah kaftan giydirilip boğdurularak öldürülmüştür.
Gedik Ahmet Paşa'nın katli üzerine yeniçeriler Edirne Subaşısı'nı öldürdülerse de isyan bastırıldı. Gedik Ahmed Paşa Edirne'de defnedilmiştir.

3 Mart 2014 Pazartesi

IRAK KRALLIĞI MANDA YÖNETİMİ
Modern Irak, 1920’de Osmanlıların I. Dünya Savaşı’nda yenilmesiyle birlikte İngilizlerin Osmanlı eyaletleri olan Musul, Bağdat ve Basra’yı yeni bir politik oluşum olarak değiştirmeleri sonucu, Fırat-Dicle Havzasını kontrolü altına alan ve yakın bir bölge devleti tarafından yönetilmeyen yeni bir oluşumdur.
İngilizler başta ülkeyi bizzat yönetmeyi düşünmüşlerse de ancak halkın sert muhalefetiyle karşı karşıya kalmışlardır. Çıkan isyanlarda özellikle Şii halk rol almışlardır. Şiilerin çoğunlukta olduğu Necef, bu dönemde isyanın merkezini oluşturmuştur. Sonuçta İngilizler tarafından İslam Peygamberi'nin soyundan gelen Kral Faysal Irak'ın başına geçirilmiştir. Bu yöntemle İngilizler hem Irak'a tamamen hakim olmak hem de Osmanlının ardından doğan halife boşluğunu bu şekilde doldurarak diğer İslam ülkelerine de etki etmeyi planlamıştır
Kral Faysal başa geçmesiyle beraber yaşanan en önemli gelişme Arap ulusçuluğunun teorisyeni Sati el Hüsri'nin Irak'a getirilmesidir. Onun kurduğu Arap birliğine yönelik eğitim sistemi özellikle Şii grupların tepkisini toplamıştır. Kral Faysal güçlü ve bağımsız bir Irak kurabilmenin yolunun güçlü bir ordudan geçtiğini biliyordu. Bu nedenle bu tip bir ordunun oluşması için çalışsa da Iraklı Kürtler ve Şiilerin olumsuz tavrıyla karşılaşmış ve askere almalarda daima sorunlar çıkartmışlardır. Her iki topluluk da Sünni Araplara asker olarak hizmet etmeyi reddetmişlerdir.

2 Mart 2014 Pazar

YAVUZ VE MİDİLLİ OLAYI
Bu iki güçlü savaş gemisinin Osmanlı Donanmasına katılması bir süredir zaten Donanma'nın ve Osmanlı halkının hayaliydi. Osmanlı İmparatorluğu, halktan toplanan yardım paralarıyla finanse edilen iki savaş gemisini İngiliz tersanelerine sipariş etmişti. "Sultan Osman" adı verilen geminin inşası mayıs ayında tamamlandığında, parası ödenmiş olan bu geminin teslimi, "Reşadiye" adı verilen diğer geminin teslimine ertelenmişti. Ağustos ayına kadar ertelenen teslim, 3 Ağustos günü tümüyle iptal edilmiştir.Esasen bu iki gemi Ege Denizi'nde Yunan deniz üstünlüğünü ortadan kaldıracağı gibi Karadeniz'de de Rus Karadeniz Donanmasına karşı belirgin bir üstünlük sağlayacaktı.İngiliz resmi tarihine göre Türkler tarafından "haydutluk" olarak nitelendirilmiş olan bu İngiliz tutumu, bir bakıma askeri zorunluluktu, bu denli güçlü gemilerin "düşman eline geçmesine kesinlikle müsaade edilemezdi". Sonuç olarak gemiler, İngiltere'ye kadar gitmiş olan Osmanlı deniz müfrezesine teslim edilmedi.İlginç bir denk geliştir ki aynı gün, 3 Ağustos'ta Goben ve Braslau İstanbul önlerine gelmiş bulunmaktadır.
Esasen Goeben ve Breslau, Almanya ile ittifak antlaşması imzalandığı 2 ağustostan kısa bir süre sonra, 10 ağustosta Osmanlı karasularına girmişti ve hemen hemen aynı tarihlerde Alman Üst Komutanlığı bu gemileri Karadeniz'de kullanmayı istediğini Osmanlı makamlarına iletmeye başlamış, dahası baskı yapmıştır. Berlin ataşemiliteri Cemil Bey'in 12 Ağustos 1914 tarihli şifreli telgrafından bu konu belirtilmektedir. Bir sonraki gün Enver Paşa'nın Cemil Bey'e söyledikleri ise, "seferberlik bitmeden, Bulgaristan'la tamamiyle anlaşmadan" diğer deyişle Çanakkale Boğazı savunması hazırlanmadan bu gemilerin Karadeniz'e çıkmasına izin verilmeyeceği yönündedir. Enver Paşa, bu durumda İngiliz Donanması'nın Boğazı geçeceğini düşünmektedir. Enver Paşa'nın Bulgaristan konusundaki tutumu da Berlin – Viyana – İstanbul ulaşım hattıyla ilişkilidir.
Bu oyalamalara karşın Amiral Souchon 9 Eylül 1914 tarihinde Osmanlı Donanma Komutanlığı'na atanmıştır.Hemen ertesinde Marmara'da atış talimleri ve manevralar başlatıldı. Öte yandan Karadeniz'de, İstanbul açıklarında Rus Donanması'na bağlı gemiler, Çanakkale Boğazı dışında da İngiliz ve Fransız gemileri devriye gezmektedir.Bu arada Amiral Souchon, tatbikatlara Karadeniz'de devam etmek üzere Osmanlı yetkililerine baskı yapmaktadır.
Yavuz ve Midilli’nin de içinde bulunduğu onbir parça gemiden oluşan bir Osmanlı filosunun Amiral Souchon komutasında 29 Ekim 1914 günü Karadeniz'e açılması, Osmanlı'nın fiilen savaşa girmesi sonucunu doğurmuştur. Bu gemiler İstanbul Boğazı açıklarındaki Rus gemilerine ateş açtıktan sonra Karadeniz'in kuzey kıyılarındaki Odessa, Sivastopol, (29-30 Ekim gecesi) Norvosiski ve Feodosya limanlarını bombalamışlardır. Bu taarruz, Enver Paşa'nın 25 Ekimde Amiral'e verdiği yazılı emre dayanmaktadır. Esasen Bakanlar Kurulu'nun aynı tarihli kararına aykırı olan bu emirde "Bütün filo Karadeniz'de manevra yapmalıdır. Vaziyeti uygun bulduğunuz anda, Rus filosuna hücum ediniz. Çarpışmaya başlamadan evvel, bu sabah size verdiğim gizli emri açınız." Gizli emirde ise "Türk filosu Karadeniz'de zorla üstünlük sağlamalıdır. Rus filosunu arayınız. Nerede bulursanız, harp ilan etmeksizin hücum ediniz."
Rusya'nın askeri tepkisi 1 Kasım 1914 günü Kafkasya üzerinden Osmanlı topraklarına taarruz etmek olmuştur. Aynı gün İngiliz gemileri İzmir ve Kızıldeniz'deki Akabe limanlarını bombaladılar. İki gün sonra 3 Kasımda İngiliz birlikleri Basra Körfezi'nde Osmanlı topraklarına çıkarıldılar. Aynı gün iki İngiliz ve iki Fransız savaş gemisi Çanakkale Boğazı'ndaki Osmanlı istihlarını ateş altına aldılar.
Esasen Osmanlı Donanması'nın Karadeniz Rus limanlarını bombalaması, fiilen savaşa girme yönündeki baskılara direnen Enver Paşa'yı bir oldu-bittiye getirme manevrası olarak gürülmesi gerekir. Sonuç olarak Yavuz ve Midilli Olayı, Osmanlı İmparatorluğu'nu savaşa sokan olaydır.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞININ ÇIKIŞI
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Franz Ferdinand, 28 Haziran 1914 günü Saraybosna'yı ziyaretinde bir Sırp Milliyetçisi olan Gavrilo Princip tarafından öldürüldü. İki devleti bir arada tutan tek unsur olan Habsburg Hanedanı'nın tek veliahtı öldürülmüştü. Avusturya Hükümeti'nin tepkisi çok sert oldu. Fakat Rusya'yı tek başına karşısına almaya çekinen Avusturya, öncelikle Almanya'ya danıştı. Almanya'nın verdiği üstü kapalı desteğin ardından, Avusturya Sırbistan'a 48 saat süreli ve bağımsız bir devletin kabul edemeyeceği ağır bir nota verdi. Sırbistan bu notaya -Rusya'nın desteğiyle-, kaçamak yanıtlar verdi. Bunun üzerine Avusturya 28 Temmuz 1914'te Belgrad'ı bombalamaya başlayarak, Sırbistan'a savaş ilan etti. Bunun üzerine Rusya 31 Temmuz'da genel seferberlik ilan etti. Daha önceden Rus Seferberliği'ni savaş ilanı kabul edeceğini açıklamış bulunan Almanya 1 Ağustos'ta Rusya'ya, 3 Ağustos'ta da Fransa'ya savaş ilan etti. Almanya, barış zamanında hazırlamış olduğu Schlieffen Planı'na uygun olarak, Fransa'yı hemen ezip, seferberliğini tamamlama çabası içinde bulunan Rusya'ya daha sonra dönmek istediğinden, Fransa'ya saldırıda ordusunu, en kolay yol olan, Flander Düzlükleri'nden geçirmek istedi ve bunun için Belçika'ya 'Zararsız Geçiş Hakkı' için başvurdu. Tarafsız bir ülke olan Belçika, İngiltere'ye danıştıktan sonra Almanya'nın önerisini reddedince, Almanya 4 Ağustos 1914 tarihinde Belçika'ya saldırdı. İngiltere de Almanya'ya savaş açtı. Böylece, 4 Ağustos 1914 tarihine gelindiğinde üç cephede savaş başlamıştı: Alman-Fransız Cephesi, Alman-Rus Cephesi ve Avusturya-Sırbistan Cephesi.
BEDRİCH SMETANA
İlk müzik eğitimini kemancı olan babasından aldı. Prag’daki bir okula yazıldıysa da şehirdeki konserleri takip etmeyi ve arkadaşları için küçük eserler yazmayı tercih ettiğinden okulu ihmal etti ve babası onu Pilsen’deki başka bir okula yazdırmak zorunda kaldı. 1843’de Prag’a yerleşti ve geçimini öğretmenlik ile sağladı. Kont Leopold Thun’un evine yerleşerek bu aristokrat aileye müzik dersleri verdi ve kendisi de Josef Proksch’dan dersler aldı.
1847’deki konser piyanisti olma girişimi başarısız olunca Franz Liszt’in özendirmesiyle Prag’da bir müzik okulu açmaya karar verdi. Tahttan indirilen İmparator Ferdinand’a düzenli olarak çalarak ve özel ders vererek geçimini sağladı ve 1849’da Pilsen günlerinden bu yana tanıdiğı piyanist Katerina Kolárová ile evlenebildi. Bu evlilikten olan 4 kızından üçü, 1854-1856] arasında öldü.
Smetena, 1856’da Göteborg’de piyano öğretmenliği yapma fırsatı bulunca İsveç’e gitti. İsveç’te, piyanist, öğretmen ve şef olarak başarılı bir kariyer yaptı ve Liszt’den etkilenerek senfonik şiirler yazdı. Eşinin sağlık sorunları nedeniyle 1859’da ülkesine dönmek için yola çıktı ancak eşi yolda, Dresden’de hayatını kaybetti. Göteburg’da iki yaz daha geçirdi ve bu arada Bettina Ferdinandová ile ikinci evliliğini yaptı.
Macaristan’ın Avusturya’yı yenmesinin ardından doğmaya başlayan Çek milliyetçiliğinde aktif bir rol oynamak için ülkesine geri dönen Smetena, başlangıçta Prag’da eskisinden daha başarılı olamayarak hayal kırıklığına uğradı. 1866’da ilk operası Brandenburglar Bohemya’da sahneleninceye kadar ülkesinde fazla ilgi görmedi. Bunu, ikinci operası Satılmış Nişanlı izledi, daha sonra Dalibor ve İki Dul operalarını yazdı. 1866-1874 arasında Çek Ulusal Operasını yönetti ve 42 opera daha besteledi. Libuše adlı operası 1881’de Prag Ulusal Tiyatrosu’nun açışında sahnelendi. Bu operadan sonra Vatanım başlıklı senfonik şiirler besteledi. 1876’da Hayatımdan isimli, yaşamını anlattığı yaylı çalgılar dörtlüsünü yazdı.
1870’ten sonra işitme yetisini kaybetmeye başlayan Smetena, buna rağmen beste yapmaya bir süre daha devam etti. Ruhsal çöküntü içinde nöbetler geçirmeye ve dengesizlik belirtileri göstermeye başlayınca Prag'da bir akıl hastanesine yatırıldı. 12 Mayıs 1884'de bu hastanede hayatını kaybetti.
FREDERİCK DOUGLASS
(d. Şubat 1818, Tuckahoe - ö. 20 Şubat 1895, Washington), köleliğin kaldırılması için mücadele vermiş reformist, konuşmacı, yazar.
Zenci bir köle kadınla, onun beyaz "efendi"sinin oğlu olan Douglass, kendisi de bir köleydi. 1838 yılında kaçarak, köleliğe karşı bir kampanya başlattı. 1845 yılında özyaşam öyküsünü yayımlayan Frederick Douglass, Rochester'da (New York eyaleti), North Star(en) adında bir gazete çıkararak, gerek ABD'nde gerekse birçok dış ülkede sayısız konferanslar verdi. Ku Klux Klan'a karşı mücadele etti. Amerikan İç Savaşı sırasında Kuzey Ordusu saflarında silah altına alınan zencilere katıldı. Savaş sonrasında çeşitli idari görevler üstlenen Douglass, 1889 - 1891 yılları arasında ABD'nin Haiti başkonsolosluğunu yaptı. Özellikle 5 Temmuz 1852'de yaptığı 'What, To The Slave, Is The Fourth Of July?' adlı konuşmasında köleliğe olan karşıtlığını dile getirmiştir.