Translate

8 Ekim 2013 Salı

BEYRUT DENİZ MUHAREBESİ 1912
1911-1912 yılları arasında cereyan eden Trablusgarp Savaşı'nın bir parçası olarak 24 Şubat 1912 tarihinde, Beyrut yakınlarında Osmanlı ve İtalyan kuvvetleri arasında meydana gelen deniz savaşı.
Trablusgarp Savaşı devam ederken İtalyan kuvvetlerinin Libya sahillerine çakılıp kalmaları ve iç bölgelere bir türlü girememesi üzerine, İtalyan hükûmeti, Oniki Ada ve diğer bazı Osmanlı şehirlerini baskı altına alarak ve tazyik ederek Osmanlı hükûmetine barış antlaşmasını zorla imzalatmaya karar verdi. İtalyanların saldırmayı düşündüğü şehirlerden biride Beyrut'tu. Beyrut bir Osmanlı şehri olmasına karşın Fransız nüfuzunun yoğun olduğu bir bölgeydi; şehirde çok sayıda Avrupalı yaşıyordu. Aynı zamanda Beyrut bütün ilahi dinlerce kutsal sayılan Kudüs'ün bir kapısı durumundaydı. İtalya'nın Beyrut'a saldırısı, sadece Osmanlı İmparatorluğu'nu değil diğer Avrupa devletlerini de rahatsız edecek; bunun sonucunda büyük devletler barışa zorlamak için Bab-ı Âli'ye baskı yapacaklardı.
Bu gerekçelerle 24 Şubat 1912'de bir İtalyan filosu Beyrut'a saldırdı; limanda bulunan iki Osmanlı gemisi batırıldı ve şehir topa tutuldu.
İtalya'nın Beyrut'u bombardımanı, büyük devletleri harekete geçirdi. 9 Mart 1912'de büyük devletlerin Roma'da bulunan elçileri, İtalyan Dışişleri Bakanı San Giuliano ile ayrı ayrı görüşerek hükûmetlerinin savaşı sona erdirmek için taraflar arasında arabuluculuk yapmaya hazır olduklarını bildirdiler. Ayrıca Trablusgarp Savaşı Libya ile sınırlı kalmayıp, Ege Denizi, Doğu Akdeniz ve Kızıl Deniz bölgesine de yayılmıştı.Bu gelişmelerden ötürü Beyrut bombardımanı, Kızıl Deniz bölgesinde yer alan ve Osmanlı Sınırına yakın Eritre ve Somali gibi İtalyan sömürge bölgelerinin güvenliğinin sağlanması ve bu bölgelere sevkıyatın sağlıklı bir şekilde yürütülmesini sağlaması bakımından da İtalyanlar için faydalı sonuçlar sağlamıştır.

7 Ekim 2013 Pazartesi

GAZİ MUSTAFA KEMEL ATATÜRK'ÜN DÖNEMİNDE SİYASİ OLAYLAR
Cumhuriyetin ilanından sonra, Milli Mücadeleyi başlatan beş kişilik kadronun Mustafa Kemal dışındaki dört üyesi (Rauf Bey, Kazım Karabekir Paşa, Refet Paşa ve Ali Fuat Paşa) muhalefete geçerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurdular. 1925 Mart'ında çıkan Genç Hâdisesi (Şeyh Sait İsyanı, Doğu İsyanı) üzerine sıkıyönetim ilan edilerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı.
1927'de kabul edilen Cumhuriyet Halk Fırkası Tüzüğü ile Atatürk partinin "değişmez genel başkanı" ilan edildi ve milletvekili adaylarını seçme yetkisi, kaydı, hayatı boyunca kendisine tanındı. 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara'da toplanan CHF ikinci kurultayında Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan Nutuk'u (Söylev) okudu.Kurtuluş Savaşı'nın Gazi'nin bakış açısıyla anlatımını içeren Nutuk, Türkiye Cumhuriyeti'nin Milli Mücadeleye ilişkin resmi görüşünün esasını oluşturur ve Milli Mücadeleyi Mustafa Kemal Paşa ile birlikte başlatan ve yürüten askerî ve siyasi şeflere karşı (Rauf, Karabekir, Refet Bele, Mersinli Cemal Paşa, Cafer Tayyar Eğilmez, "Sakallı" Nurettin Paşa, Celalettin Arif Bey vb.) bir polemik niteliği de taşır. 1927 yılında askerlikten Mareşal rütbesiyle emekli oldu.
10 Nisan 1928 tarihinde yapılan anayasa değişikliğiyle anayasadan devletin dininin İslam olduğu hükmü ve TBMM’nin görev ve yetkilerinden söz eden 26. maddeden dini hükümlerin yerine getirilmesi ibaresi çıkarılmıştır. Ayrıca, milletvekillerinin ve cumhurbaşkanının yeminlerinden “vallahi” sözcüğü çıkarılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1931 yılındaki programında, laiklik partinin ana unsurlarından biri olarak belirtilmiştir.
12 Ağustos 1930'da İsmet Paşa'nın hükûmetine alternatifleri sunmak amacıyla çok partili demokratik hayata kavuşmak için Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın yakın arkadaşı Fethi Bey (Okyar)'e Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı kurdurarak kız kardeşi Makbule Hanım (Boysan, Atadan),çocukluk ve okul arkadaşı Nuri Bey (Conker)'leri de üye yaptırdı. Ancak 17 Kasım 1930'da gericilerin partiyi kullanmaları korkusu ve partinin Mustafa Kemal'i hedef almasından dolayı partiyi fesih etti.
Bu demokrasi denemesinden biraz önce, ordunun siyasete müdahale etmesinin demokrasiye zarar verebileceğini düşünerek Askerî Ceza Kanunu (22 Mayıs 1930 tarih ve 1632 Sayılı Kanun)'nu meclisten geçirdi. Bu kanunun 148. maddesine Ordu mensubunun siyasi toplantılar ve gösterilere katılmasını siyasi partiye üyesi olmasını, siyasi maksatlarla şifahi telkinlerde bulunmasını, siyasi makale yazmasını ve siyasi nutuk söylemesini yasaklanan hükmü koydurdu.
29 Ekim 1933'te Atatürk Türkiye Cumhuriyeti'nin onuncu kuruluş yıldönümü nedeniyle yaptığı konuşmada ülkenin kuruluş temelini ve gelecek vizyonunu yalın bir dille tüm dünyaya ve Türk Milleti'ne anlatmıştır.
V.MURAT'IN TAHTTAN SONRAKİ YAŞAMI

II. Abdülhamit tarafından ailesi ile birlikte zorunlu ikamete mecbur edildi. Akıl sağlığı bir süre sonra düzeldi. İki yıl sonra Ali Suavi vakası patlak verince ailesiyle beraber Çırağan'ın bugün Beşiktaş Anadolu Lisesi olarak kullanılan harem binasına nakledildi. Bu olaya kadar tanınan bir takım serbestlikler tamamen kaldırılmış ve eski padişah ailesi ile beraber pek çok mahrumiyetlere maruz kalmıştır. Akıl sağlığına tekrar kavuştuğu yönündeki söylentilerin maiyetindeki bazı kalfalar tarafından ortalığa yayılması bu tedbirlerin alınmasında etkili olmuştur. Çırağan'ın dışarı ile tamamen irtibatının kesilmesi ve sıkı bir tarassut altına alınması bu dönemdedir. Ailesi ve maiyetindekilerle beraber kalabalık bir grubu oluşturmuşlar ve bu zümreye "Çırağanlılar" adı verilmiştir.
Günlerini piyano çalarak, torunlarına ithaf ettiği besteler yaparak ve onların müzik yönünde eğitimleriyle ilgilenerek geçirdi. 28 yıl süren bu uzun mahrumiyet yıllarında ailesi genişlemekle beraber kayıplar da yaşanmıştır. Çırağan yıllarında iki kızı, sekiz torunu ve Şehzade Ahmed Nihat Efendi'nin oğlu olan torun çocuğu Şehzade Ali Vasıb Efendi dünyaya gelmişlerdir (1903).
Bununla beraber Fehime Sultan'ın annesi Meyliservet Kadınefendi, kızı Aliye Sultan, torunu Celile Sultan, Selahaddin Efendi'nin ölü doğan iki oğlu ve üç gelini vefat etmiş bu kayıplar eski padişahı derinden sarsmıştır. Özellikle büyük bir sevgiyle bağlı olduğu annesi Şevkefza Valide Sultan'ın vefatından sonra günlerce kimseyle görüşmemiş, yemek yemeği bile reddederek kederini uzun zaman yaşamış, eski günlerindeki hayata bağlı halinden eser kalmamıştır. Kızı Hatice Sultan'ın, II. Abdülhamit'in damadlarından Kemaleddin Paşa ile giriştiği bir gönül ilişkisinin açığa çıkması üzerine şeker hastalığına yakalanmış ve bu rahatsızlığına eşlik eden kanlı basurunda etkisiyle 29 Ağustos 1904 'de vefat etmiştir.
Sultan II. Abdülhamit tarafından sessiz sedasız ve gösterişsiz şekilde Yeni Camii Türbesi'nde annesinin yanına defnedilmesi emredildi. Cenazesi Topkapı Sarayı'na nakledilmiş, padişahlara mahsus şekilde Hırka-i Saadet Dairesi'nde gasledilerek teçhiz ve tekfini yapıldıktan sonra cenaze namazı için Sirkeci'ye getirilmiştir. Burada halkın dikkatini çekmemek ve herhangi bir taşkınlığı engellemek için askeri birlikler kordon oluşturarak sıkı tedbir almalarına rağmen, bazı gruplar kordonu aşarak tabuta ulaşmışlar ve eski padişaha duydukları saygıyı göstermişlerdir. Yeni Camii Turhan Valide Sultan Türbesi'ne ek olarak inşa edilen Cedid Havatin Türbesi'nde annesinin yanına defnedildi.
TUNALI HİLMİ'NİN CENEVRE YILLARI
Tıp eğitimi yarım kalan Tunalı Hilmi, öğrenimine Cenevre Üniversitesi pedagoji bölümünde devam etti. Artık İstanbul’daki İttihad-i Osmani Cemiyeti ile Avrupa’daki Jön Türkler “İttihat ve Terakki Cemiyeti” adı altında birleşmişti. Tunalı Hilmi, Cemiyetin Cenevre şubesini kurdu.
İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 1896 yılında gerçekleşen olağanüstü toplantısında başkan seçilen Mizancı Murat, 1897’de hareketin merkezini Cenevre’ye taşıdı. Tunalı Hilmi, Mizancı Murat’ın çıkardığı Mizan gazetesine ve Paris şubesini yöneten Ahmet Rıza Bey’in çıkardığı Meşveret düzenli yazılar yazdı; Jön Türkler'in amaç ve hedeflerini açıklayan "Hutbe" adlı broşürleri yayımladı. Ayrıca Avrupa’da eğitim gören Türk öğrencilere yardımcı olmak amacıyla “Osmanlı Talebe Cemiyeti”’ni kurdu ve “Avrupa’da Tahsil” adında bir kılavuz kitap yayınladı.
Juliette adında İsviçreli bir hanım ile evlenen Hilmi bey’in bu evliliğinden Sevda (1902-1958) adında bir kızı, İnsan adında bir oğlu dünyaya geldi.
Padişahın görevlendirdiği Ahmet Celaleddin Paşa 1896’da Cenevre’ye gelmiş ve Jön Türkler’i İstanbul’a dönmeye ve padişaha bağlı kalmayı çağırmıştı. Paşa’nın “Hutbe” kitapçıklarını ve gazete kalıplarını satın alma teklifini kabul eden Tunalı Hilmi, aldığı para ile çalışmalarını sürdürdü ve 1896’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin içinde özel bir şube olan “Osmanlı İhtilal Fırkası”’nı kurdu.
Silahlı eylemle mücadele taraftarı olan Osmanlı İhtilal Fırkası’nın çalışmaları Jön Türk çevrelerinde yeni örgütlenmeler oluşmasını hızlandırdı. Bu örgütler 1897’de bir ihbar sonucu ortaya çıkınca İstanbul’daki 78 Jön Türkü Trablusgarp’a sürgüne gönderen Sultan Abdülhamit, Avrupa’daki Jön Türklerle görüşmesi için Celalettin Paşa’yı yeniden Cenevre’ye gönderdi. Cemiyet Başkanı Mizancı Murat, bu defa cemiyetten istifa edip İstanbul’a dönmek konusunda ikna olmuştu. Mizancı Murat’ın istifası üzerine cemiyetin genel sekreterliğini üstlenen Tunalı Hilmi, Paşa’yı bu örgütlerle bir ilgisi olmadığına ikna etti ve Hutbe’nin satışından kalan parayı aldı; bu parayla 1 Ocak 1897’de "Osmanlı Gazetesi"'ni çıkardı. İshak Sükûti ve Abdullah Cevdet ile birlikte çıkardığı bu gazetede Türkçü, milliyetçi, cumhuriyetçi fikirlere yer verildi. Abdülhamit, yönetimin aleyhine yayınlarını durdurması konusunda görüşme için bu defa Paris sefiri Münir Paşa’yı gönderdi ise de Hilmi Bey buluşmayı reddetti.
 NASTURİ AYAKLANMASI
(7 Ağustos-26 Eylül 1924) Güneydoğu Anadolu'da Süryanilerin bağımsızlık için başlattığı isyan hareketi. İsyan İngiltere'nin kışkırtması ile başlamış ve İngiliz uçakları asilere yardım amacıyla Türk mevzilerine saldırmıştır.
Nasturiler, I.Dünya Savaşı'na girildiğinde Osmanlı'ya karşı cephe almışlardı. İçlerinden büyük kısmı Ruslara sığınmış ve İran'ın Hoy, Urmiye bölgesine yerleştirilmişlerdi. Rus ordusu da bölgenden çekilince zaman zaman Türk kuvvetleriyle çarpışmışlardı.
Böylece Türk idaresinden çıkmaya yönelen Nasturiler, Musul sorunu'nun İngiltere ile bir savaş olasılığını da içeren derin bir anlaşmazlığa dönüştüğü sırada öteden beri kendilerini destekleyen İnglizlerden de güç alarak ayaklandılar. Londra Başpiskoposluğu sanını taşıyan bazı misyonerlerin bir süredir propaganda yaptığı biliniyordu. Diyarbakır'da konumlanmış VII. kolordu komutanı Cafer Tayyar Paşanın (Eğilmez) tespitlerine göre Van'ın güneyinden Siirt ilinin doğusundan ve Mardin ilinin kuzeydoğusundan Irak sınırına uzanan geniş alanda yayılmış Nasturiler, İngilizlerin yardımıyla silahlanmışlardı. Artık aralarına devlet memuru girmez olmuştu, son olarak bölgede muvazzaf 2 jandarma şehit edilmişti.
İsyanı bastırmak için bölgeye kuvvet gönderildi. Ancak İngiliz uçakları, Irak sınırının kesinleşmemesinden faydalanarak Türk sınırını geçmiş ve kuvvetlerimize ateş açtı. İngilizler bununla da yetinmeyip Türk hükümetine bir nota vererek bölgedeki askeri harekatın durdurulmasını istemişler, aksi halde Türkiye'ye karşı harekat düzenleyceklerini bildirdiler. Bunun üzerine hükümet 14 Ağustos'ta Cafer Tayyar Paşa'ya isyanı bastırma görevi verdi. İsyanın bastırılması için başta Simko diye tanınan Şikak Aşireti başkanı İsmail Ağa ile çeşitli Kürt aşiretleriyle irtibat kuruldu.
İsyan 26 Eylül'de kesin olarak bastırıldı. Sınırı geçerek kaçmak zorunda kalan Nasturiler de İngiliz mandasındaki Irak'a sığındılar.

6 Ekim 2013 Pazar

BENİTO MUSSOLİNİ'NİN ÖLÜMÜ
Savaşın son günlerinde 25 Nisan 1945'de bir Alman delegesini bekleyen Mussolini, kimsenin gelmemesiyle şaşkına dönmüş, Aldatıldık, yine Almanlar tarafından aldatıldık demişti. 27 Nisan sabahı zırhlı bir araba ve yirmibeş kamyon ile beraber yola koyuldu. Amacı İspanya'ya kaçmak için bir uçağa binmek üzere İsviçre'ye gitmekti. Yolda ilerlerken partizanlarla Musso adı verilen yerde çatışmaya girdi. Faşistler hemen teslim olsalar da Mussolini zırhlı arabayla kaçmayı başardı. Mussolini ve beraberindekiler, Komünist partizanlar Valerio ve Bellini ve 52. Garibaldi Tugayı Siyasal Komiseri Urbano Lazzaro tarafından, Dongo köyü (Como Gölü) yakınlarında durduruldu. Partizanlar arabayı ararken battaniyeye sarılmış bir erkek buldular. Arabanın içindekiler Zavallı bir sarhoş diye geçiştirmeye çalışsalar da battaniyeyi kaldıran partizan Mussolini'yi tanıdı ve böylece yakalanmış oldu.
Partizanlar tarafından birkaç kez Como'ya götürülmek istendi fakat başarısız olununca Mezzegra'ya getirildiler. Orada De Maria ailesinin çiftlik evinde son gecelerini geçirdiler. Ertesi gün 28 Nisan'da Ulusal Kurtuluş Komitesi'nden Mussolini'yi öldürme emrini alan asıl adı Walter Audisio olan Albay rütbeli komünist partizan Colonnello Valerio, Mussolini ve Petacci'yi vurarak öldürmüştür. Öldürülme olayı resmi versiyonuna göre şöyle gelişmiştir: Audisio, Mussolini ve metresi Petacci'nin tutuklu oldukları çiftlik evine gitti ve tutuklu kaldıkları odaya girdi. Onlara İtalyan ulusuna adaleti iade etmek üzere görevlendirilmiş bulunuyorum diyerek çok kısa bir konuşma yaptı. Sonra ikisinede Çökün diye emretti ama bunu reddeden Petacci, Mussolini'ye sarıldı. Audisio'nun elinde ki makinalı tüfek tutukluk yaptı, patlamadı. Bir ikinci silahda tutukluk yaptı. Sonunda dayanamayan Albay Audisio, muhafızlardan birinin makinalı tüfeğini kaparak ikisine doğrulttu. Audisio ilk önce Mussolinin metresi Petacci'ye ateş etti ve Petacci vurularak yere düştü. Tam o sırada Mussolini ceketini açtı ve "Göğüsümden vur beni!" diyerek haykırdı. Audisio hiç beklemeden ateş ederek Mussolini'yi göğsünden vurdu. Mussolini yere düştü ama ölmedi ve ağır nefes alıyordu. Audisio yanına gitti ve göğsüne bir kurşun daha sıkarak vurdu. Audisio savaştan sonra yayınladığı anılarında, Mussolini ve metresini toplam 5 kurşun ile vurarak öldürdüğünü belirtmiştir.
Mussolini'nin maiyetindeki diğer üyeler (başta bakanlar ve İtalyan Sosyal Cumhuriyeti yetkilileri) aynı gün akşama doğru bir idam mangası önünde idam edilmiştir. Ertesi gün Mussolini'nin, sevgilisinin ve birkaç yandaşının cesedi Milano'da Loreto Meydanı'nda ki Esso benzin istasyonunun çatısından başaşağı sallandırıldı. Teşhir edilen vücudu, halk tarafından tekmelendi ve tükürüldü. Devrik liderin cesedi alaya ve istismara maruz kaldı. Ölümünden ve Milano'da cesedinin halka gösterilmesinden sonra, Mussolini'nin cesedi kentin kuzeyinde, Musocco mezarlığında ki bir mezara gömüldü.
Stalin, Lenin ve Mikhail Kalinin (Rus Komünist Partisi'nin VIII. Kongresi'nden fotoğraf, Mart 1919).