Translate

2 Ekim 2013 Çarşamba

Milletlere bir tarih kitabında anlatılan yalan, yanlış ve çarpıklığın tesirini, o milletin hâfızasından ancak üç nesil sonra silebilirsiniz.
JULES MİCHELET

30 Eylül 2013 Pazartesi

 PEDRO ALVARES COBRAL
(1467 veya 1468, Belmonte — 1520 veya 1526, Santarém) Brezilya'nın kâşifi (22 Nisan 1500) olarak kabul edilen Portekizli denizci.
Soylu bir aileden gelen Cabral, Portekiz kralı I. Manuel'in gözüne girerek 1497'de kişisel ödenek, danışmanlık ünvanı ve askeri İsa Nişanı gibi çeşitli ayrıcalıklar elde etti. 1500'de Hindistan'a yapılacak ikinci büyük keşif gezisine komuta etmek üzere amiralliğe getirildi. 9 Mart 1500'de 13 gemiyle Lizbon'dan ayrıldı.
Cabral, Vasco da Gama'nın ilk yolculuğu sırasındaki deneyimlerine dayanan rotaya uygun olarak, Gine Körfezi'nin sakin sularının yanından geçecek biçimde güneydoğuya doğru yelken açacaktı. Cabral, elverişli koşullar altında batıya doğru yol alırken 22 Nisan'da karaya ulaştı ve buraya Vera Cruz (Gerçek Haç) Adası adını verdi. Kral Manuel'in sonradan Santa Cruz (Kutsal Haç) olarak adlandırdığı ülkeye, sonunda, burada bulunan bir tür boya ağacı pau-brasilden esinlenerek şimdiki Brezilya adı verildi.
Cabral, ülkeye resmen el koydu ve gemilerden birini krala haber vermek için Portekiz'e yolladı. Brezilya'da yalnızca 10 gün kalan Cabral, Hindistan'a yelken açtı. 29 Mayıs'ta Ümit Burnu'nu dolanırken, dört gemisini tüm mürettebatıyla birlikte yitirdi. 1488'de Burnu keşfeden Portekizli Bartolomeu Dias da ölenler arasındaydı. Geriye kalan gemiler 13 Eylül 1500'de Hindistan'da Kalikut (bugün Kajikod) limanına ulaşıp demir attılar. Buradaki zamorin (Müslüman hükümdar) Cabral'i iyi karşılayarak tahkim edilmiş bir ticaret üssü kurmasına izin verdi. Ama çok geçmeden Müslüman tüccarlarla anlaşmazlıklar baş gösterdi ve 17 Aralık'ta Müslümanlardan oluşan büyük bir kuvvet üsse saldırdı. Limanda demirlemiş Portekiz filosundan takviye gelene kadar, üsteki Portekizlilerin çoğu öldürüldü.
Cabral, misilleme olarak kenti bombalayarak, 10 müslüman gemisine el koyup bütün mürettebatı idam ettirdi. Daha sonra daha güneyde bulunan Hint limanı Koçin'e yöneldi. Burada değerli baharat ürünleri satın almasına izin verildi. Aynı kıyıda bulunan iki limana daha uğradıktan sonra 16 Ocak 1501'de Portekiz'e dönüş yolculuğuna başladı. Ama yolda iki gemisi daha battığından, 23 Haziran 1501'de Portekiz'e ulaştığında elinde yalnızca dört gemisi kalmıştı.
Bu olaydan sonra güçlü konumunu kaybederek Beira Beixa'daki malikanesine çekilerek son yıllarını burada geçirdi. Santarém'deki mezarı 1848'de bulundu. 1900'da Keşfin 400. yılı anısına Brezilya'da adına posta pulları basıldı. 1968'de doğumunun 500. yıldönümü adına Brezilya ve Portekiz'de ortak kutlamalar yapıldı.
ORUÇ REİS
Muhtemelen 1470'te (bazı kaynaklara göre 1474'te) Osmanlı yerleşkesi olan şu anki Midilli’nin Bonova Köyü'nde doğdu. Babası, Vardari Yâkub Ağa, 1462’de Midilli’nin fethine katılmış ve Bonova köyü kendisine tımar olarak verilmişti. Burada yerleşip evlenen Yâkub Ağa'nın İshak, Oruç, Hızır ve İlyas adını verdiği dört oğlu oldu.İyi bir öğrenim gören kardeşler, devrin denizci milletlerinin lisanları olan İtalyanca, İspanyolca, Fransızca ve Rumca'yı öğrenerek yetiştiler. Gençliğinde gemiciliği ve deniz ticaretini çok iyi öğrenen Oruç Reis, cesareti, zekası ve girişimciliği ile kısa zamanda gemi sahibi oldu. Suriye, Mısır, İskenderiye ve Trablusşam’a mal taşıyarak, oradan aldıklarını Anadolu’ya getiriyordu.Oruç ve İlyas Reisler, bir seferinde Midilli’den Trablusşam’a giderken, Rodos Şövalyeleri'nin büyük savaş gemileriyle karşılaştılar. Çarpışmada İlyas Reis hayatını kaybetti, Oruç Reis esir oldu. Uzun uğraşılardan sonra, buradan kurtuldu. Muhtemelen üç sene esir kalan Oruç Reis, esaretten kurtulduktan sonra, bir süre Memlük Devleti hizmetinde amirallik yaptı. Ünlü sözü olan "yaşama hakkın mücadelen kadarındır" dedi. En kötü fırtınada veya hapiste dahi mücadele edip hiç umudunu kaybetmedi.Memlük emrinde uzun zaman kalmayıp, Şehzade Korkut’un verdiği on sekiz büyük savaş gemisine komutan oldu. Bunlarla, Rodos kıyılarında basılmadık yer bırakmayan Oruç Reis, ânî bir baskın sonucunda gemilerini kaybetti. Leventleriyle birlikte bu baskından kurtulduktan sonra, Şehzâde Korkut’a tekrar başvurdu. Kendisine, biri yirmi dört oturak, ikincisi yirmi iki oturak iki savaş gemisi verildi. Şehzâde Korkut’un elini öpüp, hayır duâsını aldıktan sonra Akdeniz’e açıldı. Seferlerinde pek çok ganîmet, ticaret malı ve esir aldı. On senedir uğramadığı Midilli’ye gelerek kardeşlerine, akrabalarına, fakir ve muhtaçlara, yetimlere pek çok mal dağıttı.
Türk denizcilik târihinde önemli bir yeri olan Cerbe Adası, Oruç Reis tarafından 1513 yazında fethedildi. Burayı kendisine üs edinip, Doğu ve Batı Akdeniz’de pek çok gemi zaptetti. Papa’ya ait, o zamanın dev savaş gemilerini, ince tekneleriyle ele geçirmesi, şöhretini Avrupa ve dünyaya ulaştırdı.
O tarihe kadar, bir çektirinin, bir baştardayı ele geçirmesi işitilmemişti. Gemi elde edilince kendisi dahil bütün leventlerine İtalyan elbiselerini giydirdi. Oruç Reisin, arkadan gelen ikinci savaş gemisini ele geçirmesi, pek kolay oldu. Zîrâ ateş başlayıncaya kadar, İtalyanlar, bu gemiyi kendi gemileri zannetmişlerdi.
İtalyanlar bu başarıları ve tanınmasının ardından kızıl sakalından ötürü kendisine Barbarossa lakabını vermişlerdir. Oruç Reis'in ardından kardeşi Hızır da ağabeyine hürmeten aynı lakabla anıldı.
Cezayir’de bir devlet kurmaya karar veren Oruç Reis, kısa zamanda bu toprakları ele geçirdi. İspanya Kralı Şarlken, Cezayir’e donanma gönderdiyse de, Oruç Reis’i elde ettiği yerlerden çıkaramadı. Becâye kuşatması sırasında Oruç Reis, sol kolundan ağır yaralandı ve hekimlerin tavsiyesiyle bu kolu dirsekten kesildi. Tek kolla mücadelede de şevk ve azminden hiçbir şey kaybetmeyen Oruç Reis, iyileşince derhal denize açıldı ve pek çok gemi ele geçirdi.
Çok güç durumda olan Emevilere yardım ederek, onların binlercesini Kuzey Afrika’ya taşıdı. Bu hareketleri saygısını arttırdı. Kardeşleriyle Kuzey Afrika’yı İstilacılara karşı savunmakla kalmayıp, Emevileri iskan ediyor, yiyecek ve diğer ihtiyaçlarını temin ediyordu. Elindeki leventler, akıncılar ve serdengeçtilerle, devrin en büyük denizci devleti olan İspanyollarla bitmek tükenmek bilmeyen mücadelelerine devâm ediyordu. İspanya kralı o dönemde, Avrupa’nın pek çok ülkesini elinde bulundurduğu gibi, Amerika’da da sömürgelere sahipti.
Cezayir’in doğusunda, İspanya’nın hakimiyeti altında bulunan Tlemsan’ı elde eden Oruç Reis, İspanyollardan yardım alan Tlemsan emirine karşı, elde ettiği yerleri savundu. Topraklarını yedi ay boyunca müdâfaa etti. Yerli halkın ihanet etmesi üzerine, Cezayir’e dönmek için düşman kuşatmasını yarıp dışarı çıkmaya çalıştı.
Düşmanı yararak bir kısım leventleriyle birlikte ırmağı geçti. Ancak, yirmi kadar levendi, düşman tarafında kalmıştı. Oruç Reis, kurtulma ümîdi olmadığını bile bile, leventlerini yalnız bırakmamak için tekrar düşmanları arasına daldı. Nehri geçmeye çalışırken leventlerinin çoğu hayatını kaybetti. Tek kollu Oruç Reis, yanındaki son levendin de öldüğünü gördükten sonra, aldığı mızrak yarası sonucu öldü.
Oruç Reis'in ölümünü İspanya Kralı'na ispatlamak isteyen İspanyollar cesedin başını keserek almışlar ve bal dolu bir torba içerisine koyarak İspanya'ya götürmüşlerdir. Bunu yapmalarının nedeni, birçok kereler Oruç Reis'le çatışmaya giren İspanyolların, onu öldürdüklerini İspanyol Kralı'na bildirmelerine rağmen bunların hiçbirinin doğru çıkmamasıdır.
Oruç Reis'in başı kesik bedenini alan leventler onu Cezayir'e getirdiler ve Cezayir'in ulusal evliyalarından olan Sidi Abdurrahman'ın Kasbah
'da bulunan Sidi Abdurrahman Camii yanındaki türbesine gömdüler. Bugün Oruç Reis ve Sidi Abdurrahman'ın birlikte yattıkları Cezayir Kasbah'daki bu türbe, Arapça öğrenen çocuklar için mahalle okulu olarak kullanılmaktadır.
Oruç Reis'in 1518’de hayatını kaybettiğinde, kırk sekiz yaşında olduğu tahmin edilmektedir.

29 Eylül 2013 Pazar

HATİCE TURHAN SULTAN
Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü hızlandıran Kadınlar Saltanatının en seçkin sultanlarından biridir. Sultan İbrahim’in gözdesi, Avcı Mehmet (IV. Mehmet)in anasıdır. Kaynanası olan Kösem Sultan’la birlikte, sonra da yalnız başına yarım yüzyıla yakın bir süre Osmanlı Sarayı’nda sonsuz bir yetkiyle devlet işlerini yönetmiştir.
Turhan Sultan aslında Rus’tur. 12 yaşında iken Tatarların eline esir düştü. İstanbul’a getirilerek Kör Süleyman Paşa’ya satıldı. Paşa da 14 yaşındaki bu Rus kızını saraya, padişah İbrahim’in anası Kösem Sultan‘a armağan etti.
Osmanoğulları sülâlesinden erkek olarak İbrahim‘den başka kimse kalmamıştı. Kösem Sultan kısa bir eğitimden sonra Turhan’ı odalık olarak oğluna verdi. Turhan, 15 yaşını doldurmadan Mehmet‘i dünyaya getirdi.Sultan İbrahim tahttan indirilip öldürüldükten sonra, IV. Mehmet 7 yaşında padişah oldu, Sarayda devletin dizginleri bu değişikliği yaptıran Kösem Sultan‘ın elindeydi. Bu durumda yavaş yavaş Kösem’le Turhan Sultan arasında çekişme başladı. Rum asıllı Kösem’le Rus asıllı Turhan türlü oyunlar çevirdiler. Kösem Sultan, torunu Mehmet’le gelini Turhan Sultan’ı öldürterek, dizginleri ele almak istedi. Turhan Sultan bunu haber alınca, ağaları yeniçerilerden önce ayaklandırarak Kösem Sultan‘ı öldürttü.
Turhan Sultan tek başına kalınca, bir süre ağaların, saray kadınlarının elinde oyuncak oldu. Sonra, Mimar Kasım Ağa’nın öğüdünü dinleyerek, Köprülü Mehmet Paşa‘yı sadrazamlığa getirdi. Mehmet Paşa ve ondan sonra yerine geçen oğlu Fazıl Ahmet Paşa uzunca bir süre, devlet işlerine çeki düzen vererek, imparatorluğun yıkılmasını bir süre önlediler. Turhan Sultan 55 yaşında öldü. İstanbul’da, Eminönü’ndeki Yeni Cami’nin yanındaki türbede gömülüdür.Çanakkale’deki kaleler de mescidi ile beraber onun eseridir.
HELEN 
Truvalı Helen, Menelaos'un karısı. Yunan mitolojisine göre Truva savaşına neden olan dünyanın en güzel kadınıdır. Çeşitli efsanelere göre Zeus'un fani bir kadından olan tek kızıdır. Sparta kraliçesi Leda ile tanrı Zeus'un kaçamağından doğan bir kızdır. Ve Truva'dan kaçabilmeyi de Zeus ve Aphrodite'e borçlu olduğu söylenir. İlyada'nın ve çevrim şiirlerinin başlıca kahramanlarından biridir.
Helen daha çocukken Yunan kralı Theseus tarafından kaçırılır ancak daha evlenecek yaşta olamadığı için kral onu annesi Aethra'nın yanına Aphidnae'ya yollar. Fakat Helen, ağabeyi Dioscuri tarafından kurtarılır, Dioscuri aynı zamanda Aethra'yı da esir alır. Helen evlenecek yaşa geldiğinde Yunanistan'daki bütün güçlü ve nüfuzlu erkekler onun peşine düşer fakat kalbi kırık damat adaylarının çıkaracağı sorunları düşünen babası kral Tyndareos, Odysseus'u dinler ve kızını istemeye gelen herkese Helen kimi seçerse seçsin, onun evliliğini ve mutluluğunu korumaya yemin ettirir. Daha sonra kral, Menelaus'ta karar kılar ve Helen onunla evlenerek ona Hermione isminde bir kız çocuğu verir.
Ancak, on sene kadar süren mutlu bir evlilikten sonra Helen, Truva prensi Paris ile kaçar. Bunun üzerine kocası Menelaus diğer damat adaylarını, onlara yeminlerini hatırlatarak bir araya toplar ve tarihteki en büyük Yunan ordusu, Agamemnon komutasında efsanelere konu olacak savaş için Truva'ya gider.
Tyndareos'un karısı Leda'nın doğurduğu bir yumurtadan(altın bir kuğu yumurtasından) çıktı ve güzelliğiyle kısa zamanda herkes tarafından tanındı. Theseus'un Atina'ya kaçırdığı Heleni erkek kardeşleri Kastor ve Polydeukes Sparta'ya getirince Yunanistanın bütün kahramanları onunla evlenmek istedi (Akhilleus da dahil) Rededilen damat adaylarının hışımından korkan Tyndareos Helenle evlenemeyenlerden bazılarının Helenin müstakbel eşi ile dövüşmeleri ihtimaline karşı bütün adayların birlik yemini etmesini şart koydu. Genç kız Menelaos ile evlendi. Ama Truva Kralı Priamos'un oğlu Paris Menelaos'un Sparta'da konuk olmuş şerefine verilen ziyafetde herkesin sarhoş olmasından yararlanarak Heleni kaçırır. Bunun üzerine Menelaos eski rakiplerinden yeminlerini tutmalarını ister. Böylece Truva Savaşı başladı. (Savashin asil nedeni yunanlarin asya kiyisindaki bu önemli kenti işgal etmek istemesiydi.) Parisin ölümünden sonra Helen onun kardeşi Deiphobos ile evlendirildi (Priam tarafından) ve Truva yağma edilirken onu kızgın Yunanlıların eline bıraktı. Menelaos Heleni tekrar aldı,Spartaya getirdi. Helen dul kalınca Menelausun evlilik dışı çocukları Megapenthes ve Nikostratos tarafından kovuldu, Rodos'a sığınmak zorunda kaldı. Orada Kral Tlepolemosun karısı Argoslu Polykso Heleni öldürttü. Başka bir inanışa göre Zeus (Helen'in gerçek babası) ölen Heleni tanrıların katına çıkardı ve onu yıldız yaptı. Bazı efsanelere görede Mutlular Adasında Menelaos ile sonsuza kadar yaşayacaktılar. Helene birçok ülkede tapıldı. Ağzından çıkan son kelimelerin Paris, Baba (Baba olarak Zeus) olduğu rivayetedilir. Yunanlar için bir güzellik örneğiydi.
Tarihte pantolonu ilk giyen kadındır. (Paris'in pantolonunu giymiştir.)
Altın sarısı saçlara zümrüt yeşili gözlere sahip olduğu söylenmektedir.
Ayrıca Freud'un Elektra Kompleksi adını verdiği psikolojik duruma adını veren Elektra'nın (tek) teyzesidir.
Aslen Spartalı olmasına rağmen o hep Truvalı Helen olarak anılmak istemiştir. Ve bugün Truvalı Helen olarak bilinir.
Paris'ten 9 yaş büyüktür. Sadece bir tane çocuğu Hermione vardır.
ÇARİÇE I. KATERİNA
(15 Nisan 1684 – 17 Mayıs 1727) Rus Çariçesidir.
15 Nisan 1684 tarihinde Letonyalı bir köylü ailesinin kızı olarak Kurşas'ta dünyaya geldi. Doğduğu zamanki ismi Marta Elena Skavronska idi. Asıl adı Marta Skrovnovska olan Çariçe Katerina üç yaşında öksüz kaldı ve bir papaz tarafından büyütüldü. Ruslar, İsveç ile yaptıkları savaşlar sırasında Katerina'yı esir aldılar ve kimsesiz köylü kızı, Çar Petro'nun danışmanlarından birinin hizmetçiliğini yapmaya başladı. Görevi, danışmanın konağında çamaşırcılıktı. Katerina, bu arada efendisinin konağına sık sık gelen Çar'ın gönlünü çelmeyi başardı, 1703'te Çar'dan bir çocuk dünyaya getirince Ortodoks oldu, Ekaterina Aleksiyevna adını aldı ve 1712 Şubat'ında Çar ile resmen evlendi. 1724'te taç giydi, Petro'nun bir yıl sonra vâris bırakmadan ölmesi üzerine de asillerin muhalefetine rağmen saray muhafızlarının ve bazı askerlerin desteğiyle "Çariçe" ilân edildi. Devlet işlerini kocasının daha önce belirlemiş olduğu altı kişilik bir danışmanlar heyetine bırakan Katerina, dış politikada İngiltere, Fransa ve Prusya'nın oluşturduğu Hannover Birliği'ne karşı Avusturya ile İspanya'nın tarafını tuttu. Eğlenceye ve içkiye aşırı şekilde düşkün olan Katerina, 15 Nisan 1727'de içkiden öldü. 1703 yılında Rus Çarı I. Petro'nun sevgilisi oldu. 1705'de Ortodoks dinine geçti. 1712 yılı Şubatında Büyük Petro'yla evlendi. 11 çocukları oldu. Bunlardan sadece Anna ve Yelizaveta yaşadılar. Yelizaveta daha sonra Rusya'nın çariçesi oldu.
Katerina'nın Prut Savaşı sırasında barışı sağlamak bizzat Osmanlı sadrazamı Baltacı Mehmet Paşa'yla müzakerelere katıldığı ileri sürülmektedir. Savaşın bitmesinden sonra 1712 yılında I. Petro'yla evlendi. 1724 yılında da Çariçe ünvanını aldı. Büyük Petro 1725 yılında veliaht bırakmadan ölünce Rusya'nın tek hakimi oldu. 2 yıl hüküm sürdükten sonra 17 Mayıs 1727 tarihinde St. Petersburg'da öldü.
ANTİK MISIR KRALİÇESİ VII.KLEOPATRA
(d. Ocak MÖ 69 - ö. 12 Ağustos MÖ 30), Antik Mısır'ın son Hellenistik kraliçesidir.Asıl ünvanı VII. Kleopatra olmasına rağmen kendisinden önce gelenler unutulduğu için, kısaca Kleopatra olarak bilinir. 9 dil bilen Kleopatra zeki bir kadındı.
İskenderiye'de doğdu. Aslen Yunan olan Kleopatra, babası XI. Ptolemaios'un vasiyeti üzerine kardeşi ile evlendi. O zamanlar Mısır'da egemen olan Yunanlılar Mısır toplumuna karışmamak için kendi soylarından olan kişilerle evleniyorlardı, bu da akraba evlilikleri özürlü insanların doğumuna yol açıyordu. Babası öldüğünde 18 yaşında olan Kleopatra tahta çıktı. Halkın içine girebilmek ve halkın kendisini benimsemesi için kendini Mısır dinine verdi. Kardeşi tarafından iktidardan uzaklaştırılıp sürgüne yollandı. Kleopatra'nın dedesinin adı Dadadidis'dir. Mısır için büyük bir kahramandır.
Kleopatra iktidara, yanında büyük Roma diktatörü Sezar ile geri döndü. Kleopatra'nın bir halı içinde Sezar'ın sarayına girdiği ve bu büyük kralı kendine aşık ettiği rivayet edilir. Bu olaydan sonra kardeşi, kimsenin bilmediği bir sebeple Nil sularında boğuldu.
Kardeşinin aradan çekilmesi ile Kleopatra tek başına iktidar koltuğuna oturdu. O sırada Sezar'dan bir çocuğu oldu ve minik Sezarion'u alıp Roma'ya gitti. En büyük hayali, iki imparatorluğu birleştirip Büyük İskender'in de hayali olarak bilinen tüm dünyaya sahip olmaktı. MÖ 44'te Sezar ölünce bu hayallerini ertelemek zorunda kaldı.
Sezar ölünce Roma İmparatorluğu, tahta çıkan Octavian (Sezar'ın yeğeni ve resmi evlatlığı) ve Marcus Antonius arasında ikiye ayrıldı. Doğu, artık Marcus tarafından yönetilmekteydi ve ilk işi de Mısır'ı ziyaret oldu.
Antonius Kleopatra'ya delice aşık oldu. Kleopatra'nin Antonius'dan da iki kız çocuğu oldu. Bir süre Tarsus'da yaşadılar ve bu yıllarda Octavius'a savaş açtılar. Aktium'da yapılan savaşta Kleopatra ve Marcus kaçmak zorunda kaldı. İskenderiye'deki sarayına dönen Kleopatra'nın kendisini bir kobraya sokturarak intihar ettiği rivayet edilir. Ama son zamanlarda zehir içerek öldüğü anlaşılmıştır. Kolay yapılan bu zehir, acı çektirmeden birkaç saat içinde öldürüyordu. Öldüğünde 39 yaşındaydı.