Translate

24 Eylül 2013 Salı

I.BULGAR DEVLETİ
Türklerin Kıpçaklar kolunun Bulgar boyunun 632'de bugünkü Balkan bölgesinde Kağan Asparuh komutasında kurdukları devlettir. Devlet bugünkü Bulgaristan, Arnavutluk, Bosna, Hırvatistan, Yunanistan, Macaristan, Kosova, Makedonya Cumhuriyeti, Moldova, Montenegro, Romanya, Sırbıistan, Slovakya, Türkiye ve Ukrayna topraklarını içine alan yaklaşık Türkiye kadar bir toprak büyüklüğü olan (750.000 km2) topraklarda kurulmuştur.
Hazarların kuzeye doğru ittirdiği Bulgarlar bugünkü Çuvaşistan'ın olduğu bölgede (Volga Bulgaria isimli devleti kurmuş; batıya ittirdiği Bulgarlar ise Kağan Asparuh komutasında Tuna havzasında Birinci Bulgar İmparatorluğu'nu kurmuşlardır. Bu imparatorluk daha sonra kuzeyden gelen Slav kavimleri de bünyesinde bulundurmuştur. Göktanrı dinine mensup Bulgarlar Balkanların en yüksek dağının ismini Türklerin göktanrısı Tengri olarak isimlendirmişlerdir. Bu dağ daha sonra Osmanlıların bölgeye hakim olmasıyla Musala (Maşallah'dan geldiği sanılmaktadır) olarak değiştirilmiştir.
Bulgarların bu devleti "Birinci" Bulgar İmparatorluğu diye adlandırmasının nedeni kurulan devletin Slav, Yunan ve Trakya halkını da içeren çok uluslu bir yapıya sahip olmasıdır. Lakin Birinci Bulgar İmparatorluğu kurulmadan önce Bulgarlar 2 tane daha devlet kurmuşlardı: Hazar bölgesindeki Bulgarya Hanlığı ve Volga Bulgarya Devleti.
Bugün Ortodoks dinine mensup, Çuvaşistan'da yaşayan ve Bulgarca'ya en yakın dil olarak nitelendirilen Çuvaşça dilini konuşan yaklaşık 2 milyon Çuvaş Türkü, Birinci Bulgar İmparatorluğu'nun tek varisleri sayılmaktadır. Bazı tarihçiler Moldova'ya bağlı özerk bir Türk Cumhuriyeti olan Gagavuzya'da yaşayan Ortodoks Gagavuzların da Bulgar kökeninden olabileceğini düşünmektedirler.
Birinci Bulgar İmparatorluğu, 9. yüzyılda Kağan Birinci Boris zamanında hristiyanlığı benimsemiş, bu zamandan sonra da Kağanlık ünvanını kaldırıp Knezlik ünvanını almıştır. Birinci Boris'in dönemi Birinci Bulgar İmparatorluğu'nun bir Türk devleti olma vasfını yavaş yavaş kaybetmeye başladığı zamandır. Bu dönemde çok yoğun bir Slav etkisi yaşanmıştır. Tengricilik lav edilerek toplu halde hristiyanlığa geçilmiş, devlet İstanbul Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlanmış, Slav dili resmi dil kabul edilerek Kril alfabesine geçilmiştir. Bulgarlar'ın Slav kültüründe eriyip öztürklüklerini yitirmeye başladığı bu geçiş dönemi günümüz slav Bulgaristan milletinin temelinin atıldığı dönemdir.
Türklerin kurduğu Bulgar İmparatorluğu'nun bir Türk devleti olma vasfını yitirmesine ve bugünkü modern Bulgaristan'ın bir Slav devleti olmasındaki en büyük neden; bir milleti millet yapan unsurların başında gelen dilin baskın kültür altında eriyerek asimile olması, yani 9. yüzyılda Türkçenin alt kolu olan Bulgarcanın yerine Slav dilinin ve harflerinin benimsenmesi olmuştur.
Her ne kadar bugünkü Bulgaristan bir Türk ülkesi olmasa da, Bulgar ülkesi anlamına gelen Bulgaristan kelimesi Türklere Bulgar atalarından kalan tek mirastır.
HİNDİSTAN BAĞIMSIZLIK HAREKETİ
Hindistan ve Güney Asya'da gerçekleşen siyasi organizasyon. 19. yüzyılın ilk çeyreğinde, Rammohan Roy Hindistan'a modern eğitimi tanıttı. Swami Vivekananda 19. yüzyılın sonlarında batı Hindistan'da zengin kültürünü gelişmesinde büyük rol oynadı. Mohandas K. Gandhi ve Subhas Chandra Bose da dahil olmak üzere 19. ve 20. yüzyılda ülkenin siyasi liderlerinin çoğu Swami Vivekananda öğretilerinden etkilenmiştir. İlk Bağımsızlık hareketleri Bengal'de başladı.Daha sonra Hindistan'da da etkinliğini sağladı.
Ülkenin siyasi liderleri Hindistan'ın bağımsızlığı ve kültürel özgürlüğü için başlatılan bu hareket halk arasında büyük yankı uyandırdı. Hindistan Ulusal Kongresi (INC) ülkenin bağımsızlığıyla ilgili bir bildiri sunuldu. 20. yüzyılın başlarında Lal, Bal, Pal ve Aurobindo Ghosh gibi liderlerin katılımıyla siyasi hareket radikal bir görünüme girdi. 1920'lerden itibaren, özgürlük mücadelesinin son dönemlerinde, Kongre şiddetsizlik ve sivil direniş konusunda Mohandas Karamçand Gandi politikasını benimsedi.
Muhammed Ali Cinnah Hindistan'daki azınlıkların anayasal hakları için bazı kampanyalar düzenledi. Subhash Chandra Bose gibi efsanevi figürleri daha sonra harekette militan bir yaklaşımı benimsedi. Swami Sahajanand Saraswati'nin düşüncesi benimseyen diğer liderler Hint köylü ve emekçi kitleler için siyasi ve ekonomik özgürlük istedi. Rabindranath Tagore siyasi bilincin gelişmesi için şiiri ve edebiyatı araç olarak kullandılar.
İkinci Dünya Savaşı dönemi sonunda İngiltere'nin Hindistan çıkışı hareketini ("Mahatma" Gandhi önderliğinde) ve Hindistan Ulusal Ordusu (INA)(Netaji Subhas Chandra Bose tarafından yönetilen) ve diğerleri tarafından düzenlenen kampanyalarla doruk noktasına ulaştı ve İngilizlerin çekilmesi hızlandı. Bu çalışmaların sonucu olarak 1947'de Hindistan Bağımsızlık Yasası ilân edildi. Hindistan Cumhuriyeti kurularak 26 Ocak 1950 yılında anayasa oluşturuldu. Pakistan'a 1956 yılına kadar hakimiyet sağladı. Hindistan Bağımsızlık Hareketi'nin toplumun çeşitli kesimlerini de kapsayan kitle tabanlı hareketti. Ayrıca sürekli ideolojik evrim süreci uygulandı.Hareketin yapısı temel ideolojisi anti-sömürgeci olmasına rağmen, laik, demokratik, cumhuriyetçi, özgürlükçü ve sivil-politik ile birleşen bağımsız kapitalist bir ekonomik gelişme vizyonu ile desteklenmiştir.Hareketin temel ideolojisi anti-sömürgeci olmasına rağmen, bağımsız kapitalist ekonomik kalkınma vizyonuyla laik, demokratik, cumhuriyetçi destekli bir siyasi yapıya büründü.
1918'DE ERZURUM'DA ERMENİLERİN , TÜRKLERİ İÇİNE DOLDURARAK YAKTIKLARI KONAK.

 2003 IRAK İŞGALİNİN ÇEVREYE ETKİSİ
  • Körfez savaşında Kuveyt’te yakılan petrol kuyuları 600 milyon ton petrolü tüketerek havada is, gazlar ve tehlikeli kimyasallardan oluşan bir battaniye meydana getirmiştir.
  • Çıkan duman güneşten gelen ışınları engellemiş; bölge ülkelerinde ısı yaklaşık 10°C düşmüştür.
  • Petrol dumanı içindeki CO² bölge ülkelerinde sera etkisi ve asit yağmurlarına neden olmuştur.
  • Bugün Bağdat’ta yaşayanların büyük bir çoğunluğu Dicle’nin kirli sularını içiyor. Kanalizasyon atıkları; arıtma tesisleri tahrip olduğu için kontrolsüz şekilde Dicle’ye akıyor.
  • Dicle nehrine akan kanalizasyon atıklarının içinde Amerikan Ordusunun atıkları da var. Bu atıklar son derece tehlikeli ağır metalleri de kapsıyor.
  • Dicle sularının içme suyu olarak kullanıldığı bölgelerde sinir sistemi hastalıkları, doğum anomalileri ve kanserlerin görülme sıklığı arttığı Irak’lı uzmanlar tarafından belirtiliyor.
 IRAK-İRAN SAVAŞI SONUÇLARI
  • İran-Irak Savaşı, yaklaşık bir milyon insanın hayatına mal oldu. Savaşan taraflar ufak kazançlar için ekonomik kaynaklarını tüketti. Savaşın sonucunda İran-Irak sınırı değişmedi. Savaşın etkileri yıllar boyunca hissedildi.
  • İki ülkenin birbirlerinin petrol tesislerine saldırılar düzenlemesi sonucu petrol üretimi düştü, petrol fiyatları arttı.
  • Savaş boyunca Irak, kendisini destekleyen devletlerden borç alarak silah satın almıştı. Bu borçları ödemekte zorlanması, 1990 yılında Kuveyt’e saldırarak oradaki petrol kuyularını ele geçirmeye çalışmasına yol açtı. Bu tavrı da Irak'ı uluslararası ilişkilerde yalnızlığa sürükledi ve desteksiz bıraktı.
 IRAK-İRAN SAVAŞI (1980-1988)
İran’ın ilk tepkisi, sadece ilerleyen Irak birliklerini değil, aynı zamanda Irak'ın Basra limanını da bombalamak oldu. Aynı günlerde Tahran ve Bağdat karşılıklı bombalandı. Eylül ayının sonunda Irak ordusu Abadan ve Hürremşehr kentlerini abluka altına almıştı, ama kış gelmeden bitirmek istediği savaşta istediği sonuca gidemiyordu. 1980 kışı boyunca yapılan barış girişimleri başarısız oldu ve 1981 Nisan ayından itibaren savaş yeniden alevlendi.
Tarih, yıpratma savaşlarında ekonomik gücünü ve insan kaynağını en uzun süre kullanabilen tarafın avantajlı olduğunu göstermiştir. İran bu uzun savaşta kendisini, stratejisini hızlı bir zafer üzerine kuran Irak’a göre daha rahat hissediyordu. Bunu bilen Irak, İran’ın ekonomik gücünü zayıflatma amacıyla saldırıya başladı.
İki ülkenin de ekonomik gücü büyük ölçüde, en büyük ihraç ürünleri olan petrole dayanıyordu. Irak, boru hatlarından petrol ihraç edebilirken İran, ihracatını büyük ölçüde Basra Körfezi’nden yapıyordu. Yani, Basra Körfezi'ndeki petrol ticaretinin kesintisiz sürmesi Irak’ın değil, İran’ın işine geliyordu. Bu sebeple Irak, petrol taşıyan İran gemilerine saldırılar düzenlemeye başladı. Benzer şekilde İran da, Irak petrol tesislerine saldırıya başladı.
Körfez petrol ticaretinin zarar görmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin savaşa aktif olarak katılmasına sebep oldu. ABD ve müttefikleri (Avrupa ve Japonya) büyük ölçüde Körfez petrolüne muhtaçtı ve petrol yolunun saldırıya açık olması Batı dünyası için tehlikeliydi. Körfez petrol yolunu açık tutmak için Amerika Birleşik Devletleri bölgeye bir filo gönderdi ve ABD bayrağı çekmiş Kuveyt tankerlerini korumaya başladı.
Sekiz yıl süren savaş 1988 Ağustos ayında yapılan ateşkes ile sona erdi. Ancak Birleşmiş Milletler gözetiminde yapılan barış görüşmelerinden sonuç alınamadı. İran, görüşmeler için ön koşul olarak topraklarındaki tüm Irak askerlerinin çekilmesini isterken, Irak Şatt-ül-Arap suyolu üzerinde ortak denetim kurulmasında ısrar etti. İki ülke arasındaki barış, ancak Irak’ın Kuveyt’i 1990 Ağustos ayında işgalinden sonra ABD ile savaşa tutuşma korkusuyla İran’dan aldığı toprakları geri vermesiyle gerçekleşti.

23 Eylül 2013 Pazartesi

"MİLLİ ŞEF"İSMET İNÖNÜ (CUMHURİYET VE BAŞBAKANLIK YILLARI)
29 Ekim 1923'te cumhuriyetin ilanı ile sonuçlanan süreçte, Mustafa Kemal'le yakın siyasal işbirliği içindeydi. 30 Ekim'de Cumhuriyet'in ilk hükümetini kurdu ve aynı zamanda Halk Fırkası (sonradan Cumhuriyet Halk Partisi, veya CHP) genel başkan vekilliğini üstlendi.
İsmet Paşa'nın ilk başbakanlık döneminde Cumhuriyetin ilk devrimleri yapılmaya başlandı. Öğretimin birleştirilmesi, halifeliğin kaldırılması ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kurulması (3 Mart 1924) bu dönemde gerçekleşti. Muhalefet partisi olarak kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın Çankaya'ya olan aşırı muhalefetini hükümet üzerinden yürütmesi üzerine cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'in isteğiyle 8 Kasım 1924'te başbakanlıktan istifa etti. 21 Kasım 1924'te yeni hükümeti Fethi Bey kurdu.
Doğudaki Şeyh Said İsyanı üzerine isyana müdahalede geç kalan Fethi Bey istifa etti. 3 Mart 1925'te İsmet Paşa cumhurbaşkanı Mustafa Kemal tarafından yeniden hükümeti kurmakla görevlendirildi. Ayaklanmanın bastırılmasında hükümet başkanı olarak önemli rol oynadı. 6 Mart 1925 tarihinde Takrir-i Sükun Kanunu'nu yürürlüğe sokarak İstiklal Mahkemeleri'nin tekrar kurulmasını gerçekleştirdi. Bu kanuna dayanarak tüm muhalefet partilerini ve muhalif gazeteleri kapattırdı. Bu arada askeri görevi de devam ederken 1926 yılında Orgeneral rütbesine terfi ettikten sonra askerlikten emekli oldu. Bu tarihten sonra, yeni devletin oluşumunda Mustafa Kemal ile birlikte en önemli siyasal kişilik olarak belirdi.
1934'te Soyadı Kanunu çıktığında Mustafa Kemal Atatürk'ün verdiği İnönü soyadını alan İsmet Paşa, 1924'ten 1937'ye değin başbakanlık görevini aralıksız sürdürdü. Bu dönemde ülkedeki bütün önemli siyasal gelişmelerde; devrimlerin duyurulmasında ve uygulanmasında, iktisat politikasında Devletçilik ilkesinin kabulünde ve uygulanmasında, yeni devletin kurulmasında çok önemli rolü oldu.
1936'da Faşizmi incelemek üzere İtalya'ya gönderilen CHP Genel Sekreteri (Katib-i Umumi) Recep Peker'in dönüşünde yazdığı TBMM üzerinde bir "Faşist Konsey" kurulmasını öngören raporu onaylayıp imzalaması üzerine cumhurbaşkanı Atatürk "Başvekil hazretleri anlaşılan yorgunluktan, önüne gelen raporları okumadan imzalıyor!" dedi ve kararı reddetti.. Bu değerlendirmeye "Koskoca memleket rakı sofrasından mı idare edilecek?" diye yanıt verince aralarında gerginlik çıktı. Dersim İsyanı'nın bastırılması sırasında da düşünce ayrılıkları çıkınca Eylül 1937'de cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından başbakanlık ve CHP'nin genel başkan yardımcılığı görevlerinden alındı ve yerine Celâl Bayar atandı. Bu dönemde yalnızca TBMM'de Malatya milletvekili olarak görev yaptı.