Translate

22 Eylül 2013 Pazar

BULGARİSTAN PRENSLİĞİ
19. yüzyılda başlayan Bulgar Ulusal Uyanışı hareketi Bulgaristan'daki Osmanlı egemenliğine karşı bir dizi ayaklanmaya önayak oldu. 1860'lardan sonra Romanya'daki gizli Bulgar örgütleri ülkenin bağımsızlığını kazanmasını sağlayacak genel bir ayaklanma başlatmak için hazırlıklara giriştiler. Bu örgütlerin önderleri arasında Vasil Levski, Hristo Botev ve Lyuben Karavelov bulunuyordu. Bunlardan Levski yakalandı ve öldürüldü. Ayaklanma Mayıs 1876'da, hazırlıklar henüz tamamlanmamışken başladı. Filibe Sancağı dışında pek yayılmayan ayaklanma şiddetli biçimde bastırıldı. Büyük devletler bu duruma seyirci kaldılar ama Sırbistan bir ay sonra, Rusya ise Nisan 1877'de Osmanlılara savaş ilan etti (93 Harbi).
Çatalca'ya kadar ilerleyen Ruslar Bulgarların hemen bütün isteklerini karşılayan Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması'nı Osmanlılara zorla kabul ettirdi. Pirot, Üsküp, Ohri, Dibar, Kastoria ve Vranje'yi içine alan ve Balkan Yarımadası'nın beşte üçünü kapsayan yaklaşık 4 milyon nüfuslu bir Bulgar Prensliği kuruldu.
ŞAH İSMAİL İLE YAVUZ SULTAN SELİM ' İN ARASINDA BİR DİYALOG
Yavuz Sultan Selim, İran Seferi'ne çıkmak için 19 Mart 1514 tarihinde Edirne'den İstanbul'a hareket etmişti. Bir ay sonra Üsküdar'a geldiğinde, Şah İsmail'in halifelerinden olan Kılıç adında biri vasıtası ile Şah'a Farsça name gönderdi. Sultan Selim, İzmit'ten gönderdiği hicri takvime göre 920 Safer tarihli mektubunda: Şah'ın Müslümanlığa uygun olmayan hareketlerinden, mezaliminden bahis ile kendisinin Müslümanlığı takviye ve mezalimi kaldırmak için faaliyete geçtiğini, yaptığı işler nedeniyle katline fetva verildiğini ve kılıçtan evvel İslamiyeti kabul etmesi lazım geldiğini ve atlarının Safer ayında İstanbul'dan hareket ettiğini ve bizzat muharebeye hazır olacağını bildirmişti. Yavuz mektubunda şöyle diyordu: "Fitneler çıkardınız, İslam büyüklerine küfürler ediyorsunuz, bunun cezası katlidir, üzerinize geliyorum, işgal ettiğiniz Osmanlı memleketlerini geri veriniz." Elçi Kılıç, Şah İsmail'i Hemedan'da bularak mektubu vermiş, o da muharebeye hazır olduğunu bildirmiştir. Şah'ın bu cevabı Osmanlı ordusu Erzincan'a geldiği sırada alınmıştır. Lütfi Paşa tarihine göre Şah İsmail mektubu getiren Kılıç'ı öldürtmüştür.
Şah İsmail, muharebeye hazır olduğunu belirten mektubunda: "Er isen meydana gelsin, biz de intizardan kurtuluruz" demiş ve Yavuz'a bir kadın elbisesiyle, yaşmak yollamıştır. Yavuz bu mektuba cevabını 920 Cemaziyelevvel sonunda Erzincan'dan yollamıştır. Yavuz bu mektubunda Şah İsmail er meydanına davet ediliyor ve hala kendisinden bir eser olmadığı beyan ediliyordu. Şah İsmail bu mektuba cevap olarak; gerek II. Bayezid zamanındaki ve gerek kendisinin Trabzon valiliğindeki dostluklarından bahsederek aradaki düşmanlığın neden ileri geldiğinin bilinmediğini, Osmanlı Hanedanıyla kadim dostluklarından ötürü Timur zamanındaki gibi fena bir neticenin olmasını istemediğini beyan etmektedir. Ayrıca Yavuz'un mektubunda hakaretvari tabirlerden şikayet ile mektup yazan kâtiplerin yazılarını afyon tesiriyle yazdıkları için bir altın hokka ile afyon macunu yolladığını da mektubunda belirtmiştir. Şah İsmail'in afyon macunu yollaması yoluyla, II. Bayezid'ın afyonkeşliği sebebiyle oğlunun da babası gibi olduğu ima edilmektedir.
Yavuz Sultan Selim bu ağır mektuba ağır cevap vermiştir: "Davete icabet edip uzun yolları kat ile memleketine girdik; fakat sen meydanda görünmüyorsun. Padişahların ellerindeki memleket onların nikahlısı gibidir; erkek ve yiğit olanlar kendisinden başkasının ona elini dokundurtmazlar; hâlbuki bunca gündür askerimle memleketine girip yürüyorum, hala senden bir haber yok. Seni korkutmamak için askerimden 40.000 kişiyi ayırıp Sivas ile Kayseri arasında bıraktım; hasma mürüvvet ancak bu kadar olur. Bundan sonra da saklanıp gözükmezsen erkeklik sana haramdır, miğfer yerine yaşmak ve zırh yerine çarşaf ihtiyar eyleyip serdarlık ve şahlık sevdasından vazgeçesin." Yavuz bu mektubuyla beraber Şah İsmail'in gönderdiklerine karşılık kendisinin kökenini telmihen hırka, şal, asa, misvak ve şedden (kuşak) ibaret tarikat levazımı yollamıştır. Böylece Yavuz, Şah İsmail'in dervişlikten geldiğine gönderme yapmıştır.
İMPARATOR DOMİTİUS ALEXANDER
(ö. 311 civarı), bir ihtimale göre Frigya'da doğmuş olan ve İmparator Maxentius'un oğlunu tutsak olarak Roma 'ya göndermesini istediği Afrika vali vekili. Alexander buna karşı çıkmış ve 308 yılında kendini imparator ilan etmiştir.
İsyan hakkındaki en şaşırtıcı ve detaylı tanımlama Zosimos'a aittir (II, 12 ve 14). Aktardıklarına göre Maxentius kendine ait birt portre'yi imparator olarak tanınmasını sağlamak için Afrika'ya gönderdi. Birlikler Galerius'a olan sadakâtleri nedeniyle buna karşı çıktılar. Maxentius, eyalet vali vekili Domitius Alexander'dan sadakâtinin güvencesi olarak oğlunu Roma'ya göndermesini emretti. Alexander bu emre karşı çıktı ve ordusu tarafından imparator ilan edildi. Bu olay belki de 308 yılı başında Maxentius ve babası Maximian arasında çatışmaya yol açmış ve Zosimos bu hikâyede Galerius'u Maximian ile karıştırmıştır.
Afrika'dan ayrı olarak Domitius Alexander aynı zamanda also Sardinya'yı da kontrol altına aldı. Bu sıralrda yaşı oldukça ilerlemişti. Mevcut bir yazıta göre  Alexander ve I. Constantinus Maxentius'a karşı bir ittifak içindeydiler. Salama, bu ittifakın 310 yılı sonbahar aylarına kadar sürdüğünü iddia eder.
Maxentius, praetorian prefect'i Rufius Volusianus'u isyanı bastırmaya gönderdi ve Alexander esir alınarak idam edildi. Anlaşıldığı kadarıyla birlikleri daha fazla direniş göstermemiştir. Maxentius bu isyana Alexander'in destekçilerinin mallarını kamulaştırarak misilleme yaptı. Alexander'ın saltanatını sonu tartışmalı olmakla birlikte 309 ve 311 yılları önerilir.
KAĞIT PARANIN KULLANILMASI
Banknot biçimindeki kâğıt para ilk defa Çin’de kullanılmaya başlanmıştır. 618’den 1279 yılına kadar uzun bir geçerlilik süresi olmuştur. Bu sayede kâğıt para 10. yy. da kısıtlı bir bölgede de olsa tacirlerin tuz alım- satımını kolaylaştırmıştır. Banknot basımı kamulaştırılsa da zamanla pek çok bölgesel para ortaya çıkmıştır.
Toplu kâğıt basımı 11. yy. ‘da matbaanın icadıyla gerçekleşmiştir. 13. yy. ortalarında pek çok farklı para standart bir konuma kavuşmuştur.
7. yy. ile 12. yy. arasında İslam ülkelerinde artan ticaret ve değer istikrarını sürdüren Dinar’dan beslenen güçlü bir paralı ekonomi oluşmuştur. İlk kez kredi, çek, borç senedi ve tasarruf hesabı kavramları ortaya çıkmıştır. Böylece de bankacılığın temeli oluşmaya başlamıştır.
1661 yılında Avrupa’da ilk kez İsveç’te resmi kâğıt para tedavüle girmiştir. Gerçi İsveç zengin bakır rezervlerine sahipti, ancak bakır demir paralarının nominal değeri düşüktü, bu nedenden dolayı da aşırı derecede büyük ve epey ağır demir paralar dökülmesi gerekiyordu.
Banknot kullanımının kredi verme, altın ve gümüşün transferindeki risklerin ortadan kalkması gibi pek çok olumlu etkisi olmuştur. Buna ek olarak da şirketlerden hisse senedi alabilme olanağı da doğmuştur.
Diğer tarafta, bazı olumsuz yanlar da söz konusu oluyordu; örneğin hükümetler artık mali gereksinimlerini (kolaylaştırılmış savaş maliyeti gibi) karşılamak üzere sınırsız boyutta para basabiliyordu; çünkü değerli taşlarla kesin belirlenmiş değere sahip madeni paranın aksine, banknotların belirli bir değeri bulunmuyordu. Bu gelişmeyle birlikte de yüksek enflasyon tehlikesi olasılığı baş göstermiştir.
KARUN HAZİNELERİ
Çoğu MÖ 560-546 yılları arasında Lidya ülkesini yöneten Kroisos veya Krezüs (Karun) dönemine ait olan ve Uşak'ın 25 km batısında ve İzmir Karayolu üzerinde bulunan Güre Kasabası yakınlarındaki tümülüslerden 1960'lı yıllarda çıkarılarak kaçırılan ve 1993 yılında geri alınan eserlerin toplu adı. Bazı kaynaklarda Lidya Hazinesi veya Lidya Hazineleri olarak da anılırlar.
Lidya döneminin en görkemli eserleri arasında yer alan bu hazine 1965-66-68 yıllarında kaçırılmıştır. İlk soygun 1965 yılında Toptepe tümülüsünde gerçekleşti. 5 kişilik grup tünel kazarak mezar odasına ulaşarak, buradaki buldukları eserleri dönemin parasıyla 65,000 TL'ye sattılar. Daha sonra, 1966'da, İkiztepe tümülüsü 11 kişi tarafindan soyuldu ve oda içerisindeki 150 parça önce saklanıp daha sonra 160,000 TL'ye satıldı. Güre'deki üçüncü soygun 1968 yılında Aktepe tümülüsünde yapıldı ve bulunan resim ve kabartmalar 40,000 TL'ye satıldı. Hazinenin tamamı New York'taki Metropolitan Müzesi'nde 1985 yılında bir sergide gazeteci Özgen Acar tarafından görülmeleriyle bulundu. Dönemin Kültür bakanlığının uyarılması sonucu müzenin depolarında saklanan eserleri almak için 1987’de dava açıldı ve yaklaşık 40 milyon dolarlık masrafa yol açan hukuki süreçler sonunda 1993'de Türkiye'ye geri getirildi. İade, müze yetkilileri 6 yıl süren davayı kaybedeceklerini anlamlarıyla gerçekleşti.
1996'dan beri Uşak Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen Karun Hazineleri’ni son beş yılda 769 yabancı turistin ziyaret ettiği ortaya çıktı. Yer sıkıntısından dolayı onlarca eserin üst üste istiflendiği müzede, 35 bin 573 tarihî eser bulunuyor. Bu eserlerin yüzde 10’u sergileniyor. Müzede Karun Hazineleri’ne ait 450 adet eserden 300’ü sergileniyor.
Dünyada eşi bulunmayan hazineye olan ilgisizliğin tanıtım eksikliğinden kaynaklandığı belirtiliyor. Uşak İl Kültür ve Turizm Müdürü Şerif Arıtürk, “Son beş yılda otellerimizde 16 bin 762 yabancı konaklamış. Bunlardan sadece 769’u müzeyi ziyaret etmiş.” diyor.

21 Eylül 2013 Cumartesi

1929 DÜNYA EKONOMİK BUNALIMI SEBEPLERİ
Büyük kriz öncesindeki atmosfere bir göz attıktan sonra krizin sebepleri ve gelişimi üzerinde durmak gerekir. Dünyayı etkileyen pek çok olay üzerinde olduğu gibi bu olayın da sebepleri üzerinde çok sayıda araştırmalar ve değişik yorumlar yapıldı ancak bunların genelinde yer alan ortak birkaç sebebi şöyle sıralayabiliriz:
Birincisi; Amerika’daki şirketlerin mali güçleriydi. 1870'li yıllarda Amerika’da irili ufaklı pek çok şirket varken I. Dünya Savaşı’nın getirdiği zorluklar karşısında küçük şirketler birleşmek zorunda kalmış ve savaş sonrasında tekeller oluşturmuşlardır. Öyle ki 1929 yılına gelindiğinde Amerikan ekonomisinin %50’si üzerinde söz sahibi olan holding sayısı 200 kadardı. Bu da tek bir holdingin bile iflasının ekonomiyi sarsmaya yeteceğini gösteriyordu.
İkinci bir sebep de bankaların kötü yapılanmış olmasıydı. Bankaların sermaye esaslarını, rezerv ve kredi oranlarını belirleyen yasalar yoktu. Örneğin şirketlerin mali tablolarının güvenilirliğini sağlayan yasalar yoktu. Bu yüzden yatırımcı senedini aldığı firma hakkında yeterince bilgiye sahip olamıyordu. Yine ticari bankaları yatırım bankalarından ayıran yasalar da mevcut değildi.
Üçüncü bir sebebin de, başkan Hoover yönetiminin ekonomi alanındaki tecrübesizliği olduğu söylenebilir. Bu düşüncenin savunucularına göre başkan Hoover yönetimi, 1920'lerde hüküm süren liberal ekonomi anlayışına göre ekonomiye devlet müdahalesi yapmamayı uygun görmüştü. Ancak 1929 krizine müdahale etmemenin toplumsal maliyeti çok büyük olmuştu. Daha sonraları başkan müdahaleye karar verdiğinde ise hem çok geç olmuştu hem de müdahale başarılı değildi. Örneğin devlet bütçesini dengelemek için devlet harcamalarını kısması ve vergileri arttırmasının işsizliğe sebep olduğunu ve bunun da insanların satın alma gücünün azalmasına ve fiyatların düşmesine neden olduğu savunuldu. Hükümetin tecrübesizliğinin bir diğer göstergesi de altın standardına bağlı kalmakta ısrar edişiydi. Hükümet altına bağlı olmayan para basmayı reddederek sıkı bir para politikası izledi ve piyasada para bulunmayınca ekonomik faaliyetler durdu, reel sektör küçüldü. Bu da daha fazla işsizlik, daha az gelir demekti.
Vurgulanması gereken son sebep ise; başta da belirtildiği gibi Amerika’nın dünya üzerindeki net kreditör olmasıydı. Bunun yanında I. Dünya Savaşı sonrası Almanya ve İngiltere’den istediği tazminatların altın olarak ödenmesini talep ediyordu. Ancak yeryüzündeki altın stoğu yetersizdi ve varolan stoğu da zaten Amerika kontrol ediyordu. Bu sebeple de bahsedilen tazminatların ve kredilerin mal ve hizmet olarak ödenmesi denendi ancak bu da Amerika’nın kendi mal ve hizmet sektörünü vurdu. Son çare olarak gümrük duvarları koyma yoluna gidildi ancak bu da yalnızca dış ticareti küçülttü. Sonuçta Amerika hesapsızca vermiş olduğu kredileri geri alamadı.

20 Eylül 2013 Cuma

II.GEORGE RAKOÇİ
 Erdel Prensi.19 Şubat 1642 tarihinde henüz babası I. Rakoçi George hayatta iken veliaht prens oldu. 3 Şubat 1643 tarihinde Sophia Bathory ile evlendi.
Erdel, Osmanlının vasal bir devleti idi ve verilen özerklik ile idare yerli prenslerin inisiyatifine bırakılmıştı.Osmanlı yönetiminde Transilvanya'da voyvodalar Gabriel Bethlen ve I. George Rakoçi dönemlerinde birçok dini hareket için altın çağ yaşandı. Ortodoks Rumenlerin eşitliği tanımamakta ısrarına rağmen; Transilvanya, Roma Katolikleri, Kalvinistler, Lutherciler ve Unitarianların barış içinde yaşadığı birkaç Avrupalı Devletten biri oldu. Osmanlı İmparatorluğu dini hareketlerden rahatsız değilken, Habsburg hanedanına bağlı Avusturya Arşidüklüğü bölgeyi kontrol altında tutmaya özen gösteriyordu. 1642 yılında Erdel Krallığı'nın başına geçen II. George Rakoçi ile altın çağ sona erdiği gibi, II. George Rakoçi Osmanlı Devleti'nin askeri eylemleri kesinlikle yasaklamasına rağmen, Habsburgların da desteğiyle İsveç İmparatorluğu ile ittifak kurup 1657 yılında Lehistan'ın işgaline katıldı.
II. George Rakoçi, Eflak prensi Konstantin ve Boğdan prensi İstefan'ı görevlerinden alıp, yerlerine Mihne ve Ghika'yı atamıştı. II. George Rakoçi'nin faaliyetleri üzerine Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1658 yılı yazında bölgeye askeri harekât düzenlendi. Otoriteyi tekrar tesis etmek üzere Köprülü Mehmet Paşa kumandasında sefere çıkan Osmanlı ordusu voyvodaları yenilgiye uğrattı ve Transilvanya'da Türk hakimiyetini tekrar tesis etti. Böylece II. George Rakoçi'nin çalışmaları Osmanlı Ordusunun başarılı harekâtıyla engellendi ve bölgede Osmanlı yanlısı voyvodaların iktidarı pekiştirildi. Avusturya tarafından teşvik edilen II. George Rakoçi, sadrazamın dönüşünü fırsat bilerek tekrar asker toplamaya başladı. Bunun üzerine Aralık 1659 tarihinde Budin Valisi Seydi Ahmed Paşa, Rakoçi üzerine yürüyerek Demirkapı Muharebesi'nde onu mağlup etti.Küçük Mehmed Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri, II. George Rakoçi komutasındaki 40 bin kişilik orduyu Eflak'ın kuzeyindeki Sibin kalesi önünde yapılan Sibin Muharebesi'nde yendi.Avusturya desteğini alarak ordu oluşturup, isyan etmekten vazgeçmeyen II. George Rakoçi, 22 Mayıs 1660 tarihinde Kolojvar Muharebesi'nde (Gilău Muharebesi) Seydi Ahmed Paşa tarafından tekrar ağır bir yenilgiye uğratıldı. Osmanlılar tarafından 4,700 asker öldürüldü, 30 top ele geçirildi ve 51 kalenin komutanı esir alındı. II. George Rakoçi, savaş meydanından kaçtığı Varad (Oradea) kalesinde, çarpışmada aldığı yaralar nedeniyle 7 Haziran 1660 tarihinde öldü.[