Translate

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Moskova Antlaşması 1921

Moskova Antlaşması, Sovyet Rusya ile TBMM Hükümeti arasında 16 Mart 1921'de imzalanan antlaşma.
Sovyet Rusya'nın genel siyasetini dikkate alan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bekir Sami Bey Başkanlığında Moskova'ya bir heyet göndermişti. Bu heyet, Sovyetler ile Ankara Hükümeti arasında yapılacak antlaşmaya esas olacak ve Brest Litovsk Barış Antlaşması'na dayanan bazı hususları tespit etmiş ve böylece 20 Ağustos 1920'lerde iki hükümet arasında olumlu görüşmeler başlamıştı. Ancak, Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçerin'in Kafkasya'da Türkiye'ye ait bazı bölgelerin Ermenistan'a verilmesini istemesi üzerine antlaşmanın imzalanmasından vazgeçilmişti.
Bunun üzerine Eylül 1920'de harekete geçen Kâzım Karabekir komutasındaki 15. kolordu Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Iğdır'ı aldıktan sonra Taşnakların idaresindeki Ermenistan ile Gümrü Antlaşması imzalanarak Doğu sınırı tespit edilmişti. Bu sınırın Sovyetler Birliği tarafından da onaylanmasını isteyen Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa'yı Moskova elçiliğine tayin etti. Ali Fuat Paşa heyeti 14 Aralık 1920'de Ankara'dan ayrılmıştı. Keza, Çiçerin de Ekim ayında Gürcistan'ın Ankara elçisinin kardeşi olan M. Budu Medivani'yi Ankara'ya elçi olarak görevlendirmişti. 19 Şubat 1921'de Ankara'ya gelen Medivani, Mustafa Kemal Paşa'ya itimatnamesini sunmuştu.
Bundan sonra Türk-Sovyet ilişkilerinin gelişmesi iki tehlike ile karşılaştı. Bunlardan Birincisi: Türk-Sovyet görüşmelerinin yapıldığı sırada Enver Paşa'nın Moskova'da bulunması idi. İkincisi ise; Azeri milliyetçilerinin girişimiyle Bakü'de Azerbaycan Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını ilan etmesi ve burada "Doğu Milletleri Kongresi"nin toplanması idi. Ancak, her iki sorun da Türk-Sovyet görüşmelerinin olumlu sonuçlanmasına engel olamadı. Bunda, Türk ordularının Doğu'da Eylül-1920'de Ermenileri; Batı'da da, Ocak-1921'de I. İnönü Savaşı'nda Yunanlıları yenilgiye uğratmalarının ve dolayısıyla Ankara temsilcilerinin Moskova'daki pazarlık gücünü artırmış olmasının sağladığı etkinin varlığı idi.
Neticede taraflar, Batum'un Sovyetler Birliği'ne terkedilmesi karşılığında Rusya'nın Türkiye'ye belirli miktarda altın ve silah göndermesi hususunda anlaştılar. Bu malzemelerin Ankara'ya taşınması işi de o sırada Batum'da yaşamakta olan Halil Paşa tarafından organize edildi.
Antlaşmayı Türkiye tarafından Ali Fuat Paşa, Dr. Rıza Nur ve Yusuf Kemal Tengirşenk, Rus tarafından ise Dışişleri Komiseri Çiçerin ve Merkez Komitesi üyesi Kumuk asıllı
Celal Edin Korkmazov imzaladı.
Anlaşma her iki devletin de çıkarları düşünülerek imzalanmış ve uygulanmıştır.

I.İnönü Muharebesinin Sonuçları

Türk tarafı, her ne kadar sürekli geri çekilmiş olsa da, Yunan kuvvetlerinin Eskişehir yönünde ilerlemesini durdurmuş olduklarını ileri sürerek savaşı, kesin bir zafer olarak tanımlamaktadırlar. Yunan tarafı ise, harekatın zaten sınırlı hedefli olduğu ve planlanan hedeflere ulaşıldığı gerekçesiyle bunu red etmektedirler. Bu tartışmalar günümüzde de sürmektedir.
Savaşı, Türk tarafının zaferi olarak değerlendiren çevrelerde ileri sürülenlerin görüşler temelde, Türk tarafının belirli bir miktar malzeme kaybetmesine, bölgedeki demiryollarının imha edilmiş olmasına karşın, toprak kaybetmediği olgusuna dayanmaktadır. Yunan kuvvetlerinin geri çekilmesinin ise, plan ne olursa olsun, gerek Türk, gerek dünya ve gerekse de Yunan kamuoyunda, Yunan kuvvetlerinin zaferi olarak algılanmadığı ileri sürülmektedir. Çünkü, savaş sonrasında, kazanan tarafın, karşı tarafa iradesini kabul ettirdiği bir antlaşma yoktu.
Savaştan hemen sonra Türk tarafında durum bu şekilde değerlendirilmiş, Ankara'da geniş çaplı kutlamalar yapılmıştır. Gerek Türk kamuoyu, gerekse de Türk Silahlı Kuvvetleri, muharebeleri kesin bir zafer olarak değerlendirmiştir.
  • TBMM'nin kurmuş olduğu düzenli ordunun Batı Cephesi'ndeki ilk başarısıdır
  • TBMM Hükümeti'nin moralinin ve otoritesinin artmasını sağlamıştır. Böylece devlet mekanizması işlemeye başlamış, vergilerin düzenli olarak alınması ve askere alma işlemleri düzen içine girmiştir.
  • İsmet Paşa, albaylıktan tuğgeneralliğe yükselmiştir.
  • Bu zafer, yeni Türk devletinin iç durumunu kuvvetlendirmiş ve dıştaki itibarını arttırmıştır. Bunun sonucunda; Sovyet Rusya ile Moskova Antlaşması imzalanmıştır.
  • İtilaf Devletleri yeni durumu görüşmek üzere Londra Konferansı'nı düzenlemişler ve TBMM'yi konferansa davet etmişlerdir.
  • İstiklal Marşı kabul edilmiştir.(12 Mart 1921)
  • İtilaf devletlerin Yunanistan'a güveni azalmıştır.
  • Afganistan ile dostluk antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma TBMM'nin müslüman bir ülke ile yaptığı ilk antlaşmadır.
  • Birinci İnönü Muharebesinden sonra Teşkilat-ı Esasıye(İlk Anayasa) ilan edilmiştir.
Birinci İnönü muharebesinin önemini Mustafa Kemal Atatürk bu sözlerle ifade etmiştir:

9 Temmuz 2013 Salı

Tayland Yahudilerinin Tarihi

Bugün Tayland Yahudilerinin çoğu Rusya ve Sovyetler Birliği kökenli Aşkenazlar olsa da, cemaatin kökeni 17.yy'da bu topraklara gelen Bağdadi Yahudilere kadar dayanır. Bu cemaate 1970 ve 80'lerde İran'dan kaçan Parsim Yahudileri de katılmıştır.
Nüfusları 1000'den az olan Tayland Yahudilerinin çoğu başta Khaosan Sokağı olmak üzere Bangkok'ta yaşamaktadır. Ayrıca, Phuket, Chiang Mai (Rabbi Levi Tzeitlin'in evi) ve Koh Samui'de de birer Yahudi cemaati bulunur. Yahudi bayramları döneminde başta İsrail ve ABD'den olmak üzere yurtdışından tatile gelen Yahudilerle ülkedeki Yahudi nüfusu birkaç bine çıkar. Bangkok sinagogları Beth Elisheva ve Even Chen'in isteği üzerine Rabbi Yosef Kantor 1992'de cemaatin başına haham olarak getirildi. Kantor, Tayland Yahudi Birliği'nin kurulduğu yıl olan 1960'dan beri Tayland'da yaşamaktadır.
Bugün Bangkok'ta anaokulundan liseye kadar Yahudi okulları bulunmaktadır, ayrıca yakın geçmişte bir de ortodoks yeşiva açılmıştır. Seneler boyunca hükümetin reddetmesinin ardından Yahudilere kendilerine ait bir mezarlığın olmasına izin verildi.

Sukarno

Cavalı yoksul bir öğretmenin oğluydu. Çocukluğunun büyük bir bölümünü Tulungagung köyünde büyükbabası ve büyükannesinin yanında geçirdi. 15 yaşında Surabaya'daki ortaokula gönderildi.1921
'de tanınmış din adamı Tjokroaminoto'nun 16 yaşındaki kızı Siti Utari ile evlendi.
Sukarno öğrenciliği sırasında Cava, Sunda ve Bali dillerini çok iyi öğrendi. Çağdaş Endonezya dili üzerindeki çalışmaları, gelecekte bu dilin geliştirilmesine yapacağı katkıların temelini oluşturdu. Arapça ve Felemenkçenin yanı sıra İngilizce, Fransızca, Almanca ve Japonca öğrendi. Zamanla feodal prenslerden kaçak komünistlere kadar, ülkenin hızla genişleyen siyasal yelpazesinin her kanadındaki yeni önderlerle tanıştı.
İnşaat mühendisliği eğitimini tamamladığı Bandung'da 1927'de yaşamının gerçek yönünün siyaset ve hitabette yattığını hesapladı. 1923'te Siti Utari'den boşanarak, İnggit Garnisih'le evlendi, ama 1943'te ondan da ayrıldı. Sonraki yıllarda birkaç kez daha evlendi.
Sokarno, sömürgeciliğe karşı çıktığı için Hollandalılar tarafından Bandung'da 2 yıl (1929 - 1931) hapsedildi, Sumatra ve Flores'te sekiz yıla aşkın süre sürgünde yaşadı (1933 - 1942). Mart 1942'de Hint Adalarını işgal eden Japonları hem ulusu, hem de kendisi için kurtarıcı olarak karşıladı.II. Dünya Savaşı boyunca Japonların başdanışmanı ve propaganda görevlisi oldu. Buna karşılık Japonlardan Endonezya'nın bağımsızlığını talep etti.1 Haziran 1945'te yaptığı en ünlü konuşmasında, Pancasila diye bilinen Beş İlke'yi (tek tanrıya iman, adil ve modern toplum, Endonezya'nın birliği, demokrasi, sosyal adalet) tanımladı. Japonya'nın yenilgisi yaklaşınca önce tarafsız kaldı. Sonunda genç eylemciler tarafından kaçırılıp tehdit edilince 17 Ağustos 1945'te Endonezya'nın bağımsızlığını ilan etti. Yeni ve güçsüz cumhuriyetin devlet başkanı olarak Hollanda'ya başarıyla meydan okudu. Eski sömürgelerinde denetimi yeniden ele geçirmek için iki başarısız harekat düzenleyen Hollanda, 27 Aralık 1949'da Endonezya'nın bağımsızlığını resmen tanıdı.
Sukarno, Yogyakarta'daki devrim başkentinden Cakarta'ya 28 Aralık 1949'da zaferle döndü. Gösterişli bir yaşam sürmeyi yeğleyince kendisini eleştirenlerin sayısı hızla arttı. Siyasal gerilim yoğunlaşırken, Sukarno'nun saptırıcı siyasal manevraları da istikrarı olanaksızlaştırdı. Gene de eğitim, sağlık ve kültürel uyanış gibi alanlarda çarpıcı kazanımlar kazandırdı. Sukarno'nun çok önem verdiği Endonezyalılık gururu yerleşti. Ama bütün bunların ülke ekonomisi üzerinde yıkıcı etkisi oldu.
Sukarno'nun 1956'nın sonlarında, çatışan siyasal partileri gömerek ulusal uzlaşmayı sağlama umuduyla parlamenter demokrasiyi ve özel girişimi ortadan kaldırdı; Güdümlü Demokrasi ve Güdümlü Ekonomi uygulamasını başlattı. Marksist bir ideolojiye ve çoğu yozlaşmış kişilikleriyle tanınan kalabalık bir bakanlar kuruluyla bütünleşen kişisel ve siyasi taşkınlıkları, sürekli bir ulusal bunalımla sonuçlandı. 1958'de Sumatra ve Celebes'te bölgesel ayaklanmalar çıktı.Enflasyon nedeniyle 1958'de 100 olan geçinme indeksi 1965'te 18 bine, 1967'de 600 bine yükseldi.Sukarno 1963'te ABD'yle ilişkilerini kesti. 1 milyar ABD doları değerinde silah ve malzeme aldıktan sonra SSCB'yle de ilişkilerini bozdu. Emperyalist ablukanın bir parçası olarak nitelediği Malezya'yı destekleyen BM'den 20 Ocak 1965'te resmen çekildi.
30 Eylül 1965'te, ülke Sukarno'nun da katıldığı kuşkusuz olan bir darbe girişimiyle sarsıldı. Askerler ve komünistlerden oluşan darbeciler 6 generali kaçırarak öldürdüler. Birkaç kent merkezini ele geçirdikten sonra yeni bir devrimci rejim kurduklarını açıkladılar. Darbeye karşı direnen Cakarta garnizonunun komutanı General Suharto ve Sukarno arasındaki iktidar mücadelesinde 300 bin ya da daha çok komünist ve komünist zanlısı katledildi. Sukarno'nun 11 Mart 1966'da geniş yetkiler vermek zorunda kaldığı Suharto Mart 1967'de geçici devlet başkanı, Mart 1968'de devlet başkanı oldu. Görevden ayrılışından ölümüne kadar Cakarta'da ev hapsinde tutuldu. Sukarnoculuk ideolojisi 1970'lerin sonlarına kadar yasaklı kaldı, daha sonra Sukarno'nun saygınlığı iade edildi.

Sadabat Paktının Sebepleri

  1. Sınır sorunlarının kalıcı şekilde çözülmesi: Pakta üye devletlerin tümünün İran'la sınır sorunu bulunmaktaydı. Ayrıca bu sınır sorunları nedeniyle özellikle Türkiye-Irak-İran üçgeninde Kürt aşiretleri sınır tanımayan isyanlar yapmaktaydı. Bu paktın imzalanmasının en önemli nedenidir.
  2. Ülkelerin bağımsızlıklarını vurgulama istekleri: Sömürge ve yarı sömürge dönemlerinden kısa süre önce kurtulabilen bu devletlerin bağımsızlıklarının vurgulanması son derece önemliydi. İlk defa bu amaçla, 2 Ekim 1935'te Cenevre'de Türkiye, İran ve Afganistan arasında üçlü bir antlaşma parafe edildi. Buna daha sonraları Irak da katıldı. Daha sonra Irak-İran sınır antlaşmazlığının çözümlenmesi (Şattülarap uyuşmazlığı), Türkiye ile İran arasında dostluk çerçevesi içinde sınır sorunu dahil her alanı düzenleyen antlaşmaların akti, 8 Temmuz 1937 tarihli Sadabad Paktı'nın imzalanmasına imkân vermiştir.
Taraflar antlaşmada genel olarak birbirlerinin iç işlerine karışmayacaklarını, ortak çıkarlarını ilgilendiren hususlarda birbirlerine danışacaklarını, birbirlerine karşı saldırıda bulunmayacaklarını ve sınırlarının korunmasına saygı göstereceklerini taahhüt etmişlerdir. Ancak paktın temel nedeni olan Kürt aşiretleri sorunu, 7. maddenin şu ifadelerinde saklıdır: Bağıtlı taraflardan her biri, kendi sınırları içinde diğer bağıtlı tarafların kurumlarını yıkmak, düzen ve güvenliğini sarsmak veya politik rejimini bozmak amacıyla silahlı çeteler, birlikler veya örgütlerin kurulmasını ve eyleme geçmelerini engellemeyi yükümlenir. II. Dünya Savaşı ortamında antlaşmanın diğer maddeleri işlevsiz kalmış, fakat 7. madde anlaşmanın devamını sağlamıştır. Sadabat Paktı, 1979'da İran'daki İslamî rejim, paktı feshettiğini imâ edene kadar hukuki varlığını sürdürmüştür.

Atatürk Döneminde Dış Politika

Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı dönemindeki dış politika konularının başlıklarını Musul sorunu, Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi, Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne girişi, Balkan Antantı, Montrö Boğazlar Sözleşmesi
, Sadabat Paktı ve Hatay Sorunu oluşturmaktadır.
Atatürk dış politikasında gerçekçi davranmıştır.Atatürk dış ilişkilerde dinamik ve gözü pektir; ama maceracı değildir.Atatürk dış politikada kendisini hangi ilkenin yönettiğine dair “Biz kendimizi bilen kimseleriz. Olmayacak isteklerimiz yoktur” olarak tanımlamıştır.Atatürk İslamcılık, Türkçülük ve Turancılık akımlarının zararlı boyutlarına karşı Misâk-ı Millî ile çizmiş olan sınırlarda kalınmasını benimsemiştir.24 Temmuz 1923 de imzalanan Lozan antlaşmasını Atatürk diş politikada belirleyici bir unsur olarak tutmuş bu antlaşmada çizilen Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları büyük ölçüde (Hatay sorunu dışında) belirleyici olarak saptanmış, ekonomi açısından Lozan'ın kaldırdığı kapitülasyonlardan taviz verilmemiştir. Atatürk'ün Lozan'ı temel almasının önemi geçen zaman içinde bakıldığında daha iyi anlaşılmaktadır; çünkü I. Dünya Savaşı’nın mağlupları arasında yer alan bir ulusun çizdiği kavramlar o dönemden bugüne yürürlükte olan tek antlaşma olarak durmaktadır.
Atatürk’ün sağlam kişiliğinin ve kararlı mizacının damgasını vurduğu ve tamamen millî bir karakter taşıyan dış politika uygulamaları günümüz için örnek alınacak pek çok temel niteliğe sahiptir.Orta öğretimden itibaren askeri terbiye gören ve savaşlara katılan Atatürk'ün askerlik sonrası hayatında barışın idamesine uğraşmıştır. Ayrıca bu yolda örnek tutum ve davranışlar sergilemiştir. Bunları Atatürk’ün; “ Bizim kanaatimizce beynelmilel siyasi güvenliğin gelişmesi için ilk ve en mühim şart milletlerin hiç olmazsa barışı koruma fikrinde samimi olarak birleşmesidir” sözünde açıkça görebiliyoruz.

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Kitap Önerisi

 Osmanlının Son Kilidi Çanakkale 3
1914–1915 yıllarının şartları göz önünde bulundurulduğunda, Osmanlı’nın en zayıf ve en buhranlı devrinde, batının o güne kadar geliştirdiği silah üstünlüğü ile Gelibolu Yarımadası’na saldırmış olmalarına rağmen, zafer nasıl maddi yokluk içinde bulunan tarafa gülmüştür? Bu soruyu savaşı kaybeden taraf yıllardır kendisine sormakta ve mantıklı bir cevap aramaktadır.