Translate

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Sezar, Roma sikkeleri üzerine kendi büstünü resmettiren ilk kişidir.
 OTOMOBİLİN TARİHİ
Önemli bir teknolojik buluş olan otomobilin tarihi 19. yüzyılda enerji kaynağı olarak buharın kullanılmasıyla başlar ve içten yanmalı motorlarda petrolün kullanılmasıyla devam eder. Günümüzde alternatif enerji kaynakları ile çalışan otomobillerin üretilmesi konusunda çalışmalar hız kazanmıştır.
Otomobil, ortaya çıkışından itibaren gelişmiş ülkelerde insan ve yük taşımacılığı konusunda ana ulaşım aracı olarak kendini kabul ettirmiştir. Otomotiv endüstrisi II. Dünya Savaşı'ndan sonra en etkili endüstri kollarından birisi olmuştur. Dünya üzerinde 1907 yılında 250.000 olan otomobil sayısı, 1914'te Ford Model T'nin ortaya çıkışıyla 500.000'e ulaşmış, II. Dünya Savaşı'ndan hemen önce bu sayı 50 milyonun üzerine çıkmıştır. Savaşın ardından geçen otuz yıl içinde otomobil sayısı altı katına çıkmış ve 1975 yılında 300 milyona ulaşmıştır. Dünya üzerinde yıllık otomobil üretimi 2007 yılında 70 milyonu geçmiştir.
Otomobil tek bir kişi tarafından bulunmamıştır, yaklaşık yüzyıl boyunca dünyanın dört bir yanında ortaya çıkan buluşların biraraya gelmesiyle ortaya çıkmıştır. Modern otomobilin ortaya çıkışının yaklaşık 100.000 patent alımı sonrasında gerçekleştiği tahmin edilmektedir.





OSMANLI DURAKLAMA DÖNEMİ


II.AHMET                                                                     III.MURAD                                                                                                                                                  
OSMANLI DURAKLAMA DÖNEMİ
Sokullu Mehmet Paşa'nın ölmesiyle başlamıştır. Deneyimsiz kişilerin tahta geçmesi ile merkezi yönetimin bozulması sonucu, devlet yönetiminde otoritenin sarsılması, halkın devlete olan güveninin azalmasına ve iç isyanların çıkmasına neden olmuştur. Özellikle yeniçeriler padişaha karşı gelmekteydi ve yeniçerilerde 'Ocak, devlet içindir.' anlayışı yerine 'Devlet, ocak içindir.' anlayışı gelişmiştir.Avusturya ve İran seferleri sonucu oluşan ekonomik sıkıntılar, tımar sisteminin bozulması ve nüfus artışının yarattığı sosyal hayattaki sıkıntılar ve çağın gerisinde kalınması ile eğitim alanındaki bozulmalar sonucu devlet duraklama dönemine girmiştir. Coğrafi keşiflerle ticaret yollarının önem kaybetmesi, sık padişah değişmeleriyle çok verilen cülus bahşisi ve yeniçerilerin artmasıyla verilen ulufe miktarının da artması Osmanlı ekonomisini yıpratmıştır.
Celali ayaklanmaları, Osmanlı toprak düzenini büyük ölçüde değiştirmiş, ağır vergiler yüzünden ya da “Büyük Kaçgun” sırasında yerlerinden olan çiftçilerin toprakları mültezimlerin ya da yerel yöneticilerin eline geçmiştir. Vergiler yüzünden borca giren köylüler, işledikleri toprakları sonunda tefecilere kaptırdılar. Osmanlı toprak düzeninin belkemiği olan tımar sistemi bozuldu. Büyük nüfus hareketleri ortaya çıktı ve kentlere büyük göçler oldu. Tarımsal üretim geriledi ve kıtlık tarım ürünleri fiyatlarının yükselmesine yol açtı. On binlerce insan yaşamını yitirdi ve pek çok yerleşim yeri yıkıma uğradı. Osmanlıda eğitim(ilmiye)nin bozulması da Osmanlıyı geriletmiştir. Avrupadaki gelişmeleri (Rönesans, Reform) Osmanlı'nın takip etmemesi Osmanlı için bir dezavantaj olmuştur.




I.AHMET
 ANKARA MUHAREBESİ
28 Temmuz 1402'de iki ordu, sabah namazlarını kıldıktan sonra savaş düzeni aldılar. I. Bayezid, Niğbolu Savaşında kullanmış olduğu hilal taktiğini uygulamak için ordusunun en ön safında yer alan Azaplara saldırı emrini verdi. Bu saldırı emriyle savaşı başlatmış oluyordu. Fakat Çubuk ovası düzlük bir arazi olmasıyla birlikte bodur çam ağaçlarıyla ve boyu aşan otlarla doluydu, bu durum Azapların saldırısını yavaşlatıyordu. Azapların saldırıya geçtiğini gören Timur, karşılık olarak okçularını kullandı   ve Azapların üzerine ok yağdırmaya başladı. Timur okçularının yoğun ok yağmuruna hedef olan Azaplar, ağır zaiyatlar vererek geri çekilmeye başladılar. Uyguladığı taktiğin işe yarayamadığını farkeden I. Bayezid, Yeniçerilere ve Sipahilerine saldırmalarını emretti. Bu taarruza karşılık olarak Timur da, çam ağaçlarının içerisine gizlemiş olduğu ordusunun en önünde yer alan savaş filerine saldırı emrini verdi. Bununla birlikte Miran Şah'ı, Süleyman Çelebi komutasındaki birliklerin üzerine saldırtarak Yeniçerilere takviye birlik gelmesini önlemeyi hedeflemiştir. Timur ordusunun ikiye ayrılmış olan merkez kuvvetlerinin önünden sağlı sollu çıkan savaş filleri, Yeniçerler ve Sipahilerin şaşırmasına neden olmuştur. Çünkü o zamana kadar yapılan hiçbir savaşta fillerle karşılaşılmamıştı. Yine de Yeniçeriler, uygulayacakları sahte ricat'ı erken yaparak Sipahilerin fillerle karşı karşıya gelmelerine neden oldular. Savaşın en kanlı ve şiddetlisi olan bu çatışmada savaş filleri, Yeniçerilerin ok atışları ve Sipahilerin yapmış oldukları saldırılar sonucu etkisiz hale getirilmişti, fakat Osmanlı askerleri de çok ağır kayıplar vermişti. Fil hücumunun ardından Timur, merkezin sağ kanadında bulunan Şeyh Ömer Mirza komutasındaki birliklerin Yeniçerilere saldırmalarını emretmiştir. Bunu gören I. Bayezid, Rumeli birliklerinin saldırı altında olmasından dolayı, ordusunun sağ cenahında bulunan Kara Timurtaş Paşa komutasındaki Anadolu askerlerini ve Kara Tatarları, Yeniçerilere takviye olarak savaş meydanına sürmek için emir verdi. Fakat Timur ile daha önceden anlaşmış olan Kara Tatarlar, taarruz sırasında I. Bayezid'e ihanet ederek yön değiştirmişlerdir. Kara Tatarlar direkt olarak Rumeli ve Sırp askerlerinin arkasına sarkıp, onlara ok yağdırmak suretiyle saldırmaya başladılar. Miran Şah ile Süleyman Çelebi arasında geçen çatışma sırasında, Timur tarafında bulunan Anadolu Beylerinin kendi sancaklarını açması sonucu, bunları fark eden Osmanlı ordusundaki Anadolu birlikleri de, kendi beylerinin yanında saf tutarak, I. Bayezid'e ikinci bir ihanette daha bulundular. Yeniçeriler ve Rumeli birliklerinin hiç beklemediği bu saldırı karşısında Osmanlı ordusu tam bir bozgun havasına girmiş oldu. Bir tek Rumeli ve Sırp müttefikleriyle Yeniçeriler sırt çevirmeyerek I. Bayezid'in yanında sonuna kadar savaştılar.
Bu bozgun karşısında ordusuna genel taarruz emri veren Timur, I. Bayezid'in canlı olarak ele geçirilmesini emretmiştir. Timur ordusu tarafından iyice kuşatılan Osmanlı ordusundaki Vezirler: İsa Çelebi, Süleyman Çelebi, Mustafa Çelebi ve Mehmet Çelebi kuşatmayı yararak kaçmayı başarmışlardı. Şehzadelerin kaçtığını farkeden Stefan Lazareviç, I. Bayezid'e geri çekilmesi gerektiğini söylesede o bunu reddetmiş ve savaşmaya devam etmiştir. Ortalama 10 saat süren savaşın sonlarına doğru geri çekilmek zorunda kaldığı Çataltepe'de elinde kalan yaklaşık 300 kişilik askeriyle atının üstünde çarpışmaya devam eden I. Bayezid sonunda Timur askerleri tarafından yakalanmış ve esir alınmıştır.
1876-1877 OSMANLI-SIRP SAVAŞI
Osmanlı-Sırp Savaşı veya Birinci Türk-Sırp Savaşı, 1876-1877 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu ile Sırbistan Prensliği arasında gerçekleşen savaşlardır.
Sırbistan ve Karadağ tarafından gayriresmi olarak desteklenen Balkanlardaki Osmanlı kuvvetlerine karşı bir dizi ayaklanmalar başladı (Hersek Ayaklanması). Karadağ ve Sırbistan, 18 Haziran 1876 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan etti.
Temmuz-Ağustos aylarında, kötü hazırlanmış ve zayıf donatılmış Sırp ordusu ve Rus gönüllüler tarafından Osmanlı topraklarına saldırılar başlatıldı. Karşılık veren Türk Ordusu, Sırp Ordusu'nu sınırlarından çıkararak Sırbistan topraklarına girdi. Fakat Sırp Ordusu'na bağlı birlikler Türk Ordusu'nu durdurmayı başardı. Ağustos ayının sonunda Avrupalı büyük devletler her iki tarafa da barış çağrısı yaptı. 1 aylık ateşkes antlaşması imzalandı. Barışa yanaşmayan Sırplara Avrupalı güçler baskı yapmaya başladı. Bu arada Osmanlı İmparatorluğu tarafından önerilen barış şartları Avrupalı devletler tarafından reddedildi.
Ekim ayında ateşkes antlaşmasının süresinin dolmasından sonra Türk Ordusu yeniden taarruza başladı. Bu kez Sırp Ordusu direnemeyerek geri çekilmeye başladı. Sonuç olarak, 31 Ekim 1876 tarihinde Rusya, Osmanlı İmparatorluğu'na 48 saat içinde birliklerini durdurmak ve Sırbistan ile yeni bir ateşkes imzalaması gerektiğini içeren bir ültimatom yayınladı. Rusya kısmi seferberlik ilan ederek Sırbistan'a destek amaçlı 20 Tümenlik bir Ordu kurdu. Bu durum sonucunda Osmanlı İmparatorluğu, Rusya'nın ültimatom koşullarını kabul ettiğini açıkladı.Bu savaşın hemen sonrasında Osmanlı İmparatorluğu ile Rus İmparatorluğu
arasında 93 Harbi başladı. Savaş Rus kuvvetlerinin kesin zaferiyle neticelendi. Savaş sonunda Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları ile Sırbistan'a bağımsızlık verildi.
 I.MEŞRUTİYET
Osmanlı İmparatorluğu'nda 1876 yılında ilan edilen anayasal yönetime denir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomik sorunları, 17. yüzyıldan itibaren toprak kaybetmesi ve sürekli bütçe açığı vermesiyle başladı. Avrupa devletleriyle imzalanan serbest ticaret antlaşmalarıyla ülkeye giren mallardan düşük gümrük vergileri alınıyordu. Bu hem devletin gelirlerini azaltmış hem de yerli sanayinin gerilemesine yol açmıştı. Ekonomik sıkıntıların yanı sıra, özellikle 1789 Fransız Devrimi'nin etkisiyle yayılan özgürlükçü düşünceler ve milliyetçilik akımı, Osmanlı İmparatorluğu’nu da sarstı. Balkanlar'da 19. yüzyılda bağımsızlık talebiyle ayaklanmalar çıktı. Balkanlar'da ve Ortadoğu’da çıkar çatışmaları içindeki Avrupa devletleri ile Çarlık Rusya'sı da zaman zaman bu hareketleri desteklediler. Osmanlı sınırları içindeki Müslüman olmayan halkların durumlarının düzeltilmesi gerekçesiyle Osmanlı İmparatorluğu’nu reformlar yapmaya zorladılar.1839’daki Tanzimat Fermanı ile 1856’daki Islahat Fermanı’nın ilanları bu tür koşullarda gerçekleşti.
Öte yandan 1860'larda bir aydın hareketi olarak Genç Osmanlılar ortaya çıktı. Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi aydınlar, Avrupa ülkelerindeki anayasal monarşilerden etkilenerek Osmanlı İmparatorluğu’nun meşrutiyetle yönetilmesi gerektiğini savundular. Osmanlı İmparatorluğu, 1850'lerden itibaren dış borç almaya başlamıştı ve 1870'lere gelindiğinde devlet hem ekonomik hem de siyasal bunalıma sürüklenmişti. Bu bunalım sırasında Mithat Paşa ve arkadaşları 30 Mayıs 1876'da Abdülaziz'i tahttan indirerek yerine V. Murat'ı geçirdiler. Ne var ki, V. Murat aydınların ve ilerici devlet adamlarının istediği reformları yapabilecek biri olmasına rağmen ruh sağlığı bozulduğu için tahtan indirildi. yerine II. Abdülhamit meşrutiyeti ilan edeceği sözünü vererek padişah oldu.
Abdülhamit tahta çıktığında Balkanlar’da ayaklanmalar başlamış, Çarlık Rusya'sı Osmanlı'ya bir ültimatom vermişti. Büyük Avrupa devletlerinin İstanbul’da toplanılan bir konferansta Balkan sorununu tartıştıkları ve Osmanlı İmparatorluğu'ndan reformlar yapmasını istedikleri sırada, II. Abdülhamit siyasal bir manevrayla 23 Aralık 1876'da Kanun-i Esasi’yi (anayasa) ilan etti. Böylece meşruti yönetime geçilmiş oluyordu.
1876 Anayasası olarak da bilinen Kanun-i Esasi, aslında padişahın egemenlik haklarına bir kısıtlama getirmiyordu. Yürütme yetkisini tümüyle elinde tutan padişah, sadrazam ve vekilleri (bakanları) istediği gibi atayıp görevden alabiliyordu. Meclisin vekiller üzerinde denetim yetkisi yoktu. Padişah, savaş ve barış yapma, istediğinde meclisi kapatma ve yeniden seçimlere götürme yetkisine de sahipti. Ayrıca padişahın, "kamu yararı için" polis soruşturması sonucunda kişiyi sürgün etme yetkisi vardı. Hükümdara tanınan haklara rağmen anayasa, Avrupa etkilerinin Osmanlı bürokrasisinin bir bölümü içerisinde ne derecelere ulaştığının göstergesiydi.
Kanun-i Esasi uyarınca iki kanatlı bir parlamento oluşturuldu. Üyeleri seçim yoluyla belirlenen meclise Meclis-i Mebusan, üyeleri atama yoluyla belirlenen meclise de Âyan Meclisi deniyordu. İki meclisin oluşturduğu parlamento Meclis-i Umumi (Genel Meclis) olarak adlandırılmıştı. Âyan Meclisi'nin başkan ve üyeleri doğrudan padişah tarafından atanıyordu. Anayasaya göre Genel Meclis padişahın buyruğuyla Kasımda açılıyor, mart başında çalışmalarını tamamlıyordu.
 GOTTFRİED LEİBNİZ
(1646-1716); bir Alman filozofu, bilim dünyasının önemli sistemci düşünürlerinden biridir. Matematik, metafizik ve mantık alanlarında ileri sürdüğü yeni düşünce ve görüşleriyle tanınır.
Leibniz, Leipzig'de doğdu. Babası buradaki üniversitede ahlâk felsefesi dersleri veriyordu. Leibniz babasının ölümünden sonra okuldan çıkarak kendi kendini yetiştirmeye başladı. Tarihe karşı büyük bir ilgi duyuyordu. 8 yaşına geldiği zaman Latince'yi öğrenmişti. 12 yaşında ise Yunanca öğrenmeye başladı. Bir yandan da mantık bilimiyle ilgili kitaplar okuyordu. 15 yaşında Leipzig Üniversitesi'ne girdi. Almanya'da felsefe tarihinin kurucusu sayılan Jakob Thomasius'tan felsefe okudu. 1663'te Jena'ya giderek buradaki matematik bilginlerinden ders aldı.
Leibniz, 25 yaşına geldiği sırada yayınlanmış birçok önemli eseri vardı. Bir ara politika ile ilgilendi, bu konuda da bazı eserler verdi.
Politika çalışmaları hiçbir zaman Leibniz'in felsefe ve matematik alanlarındaki çalışmalarına engel olmadı. Leibniz 1672 yılında, 26 yaşında ileri modern matematik çalışmalarına başladı. Bundan 3 yıl sonra Isaac Newton'dan bağımsız olarak Calculus'un temel teoremini keşfetti (Fundamental Theorem of Calculus). Pek çok yıl Leibniz ve Isaac Newton taraftarları arasında kimin Calculus'u keşfettiğine dair bir tartışma olsa da şuan Leibniz ve Isaac Newton Calculus'un babaları olarak kabul edilmektedir.
1700'de görevini bırakarak Viyana'ya gitti, 1714'de kadar bu şehirde yaşadı. 1700'de bir davet üzerine, Berlin'e gitti. Berlin Üniversitesi'nin kurulmasını sağlayarak üniversitenin ilk müdürü oldu.
1711'de görevini bırakarak Viyana'ya gitti, 1714'e kadar bu şehirde yaşadı. 1712'de Leibniz'e baron payesi verildiyse de dört yıl sonra Hannover'de öldüğü zaman fakir bir adam gibi gömüldü. Onun arkasından ağlayan tek adam olan, arkadaşı J. G. von Erckhart, sonradan yazdığı hatıralarında bu cenazeyi, 'ülkesinin şerefini temsil eden bu adam, bir dilenci gibi toprağa verildi' cümlesiyle anlatmıştır.