Translate

20 Mart 2014 Perşembe

REFORMUN GETİRDİĞİ SAVAŞLAR
Reformun etkileri Avrupa’daki diğer devletlerde görülmeye başladığı zaman, beraberinde kanlı mücadeleleri de getirmiştir. Krallıkla prensler arasında yaşanan Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) bu durumun en büyük örneğidir. Katoliklerle Protestanlar arasındaki dini savaşların alevlenmesini sağlamıştır.
O dönemlerde Avusturya’ya ait olan Bohemya’da başlayan olaylar, Avrupa’nın birçok yerine yayılmıştır. İsyancılar, 1619 yılında Viyana’yı yağmalamış ve ardından Avusturya’da bir ayaklanma başlatmıştır. Bunların amacı kralı tahttan indirmek ve yerine Kalvinist bir prensi geçirmekti. Bu olayların sonucunda kral karşı bir harekete geçmiş ve Bohemya ordusunu Prag yakınlarında yenilgiye uğratmıştır. (1620)
Korkunç bir intikamla Bohemya’nın yerli soylu sınıfı idamlarla susturuldu. Çek toplumu başsız kaldı. Ülke sistematik olarak Katolikleştirildi ve Almanlaştırıldı. Kalvinistler ülke dışına sürüldüler.
Bu olaylardan sonra daha da şiddetlenen savaş, 1625-1629 yılları arasında Danimarka’da da etkisini gösterdi. Protestanlar acımasızca katledildiler. Buna benzer olaylar İspanya’da da meydana geldi. 1635-1648 yılları arasında Fransa, İsveçlilerin de desteğini alarak; İspanya’ya savaş açtı. Bu savaşlar neticesinde İspanya büyük kayıplar yaşadı.
30 yıl boyunca süren ve Avrupa’yı kasıp kavuran bu savaşlar, 1648 yılında yapılan Westphalia Anlaşması’yla sona erdi. Bu durum, Papa X. İnnocentius’u oldukça sinirlendirmişti ve Papa bu antlaşmayı tanımadığını bildirmişti. Bu yeni gelişme her ne kadar papalık tarafından son derece rahatsız edici karşılansa da, Hıristiyanlığın yerini Avrupalılık almaya başlanacaktır.
Reform ve yarattığı etki, Almanya’yı birçok farklı alanda etkilediği gibi; nüfus bakımından da son derece olumsuz etkilemiştir. Reform savaşlarından önce yaklaşık 21 milyon olan ülke nüfusu, savaşlardan sonra 13 milyona kadar düşmüştür. Ayrıca bazı önemli kentler de yıkılmıştır. Böylesine kötü ve kargaşa dolu bir ortamda önemli sorunlar meydana gelmiştir. Açlık ve buna bağlı olarak yapılan yağmalar, ticaretin tamamen durması, ortaya çıkan salgın hastalıklar; Almanya’yı her yönden felakete sürüklemiştir. Yoksullaşan halk, Avrupalı devletler tarafından aşağılanan bir ırk olma kaderiyle karşı karşıya kalmıştır.
İçerde bu sıkıntıları yaşayan Almanya, dışarıda da Danimarka, Hollanda, İsveç ve Fransa gibi devletlerle mücadele etmek zorunda kalmıştır. 17.yüzyılın başında büyük bir güç olarak varlık gösteren Avusturya, Reform savaşlarından sonra bu gücünü büyük ölçüde yitirmiş ve sıradan bir devlet konumuna gelmiştir. Bu sıkıntıları sadece Almanlar değil, diğer Avrupalı devletler de yaşamıştır.
İspanya, ülke içinde Katolonya ve Portekiz isyanlarıyla uğraşmak zorunda kalmıştır.
İngiltere, bir taraftan din savaşlarının içerideki etkileriyle boğuşurken; diğer taraftan da İrlanda ve İskoçya’yı denetimi altında tutmaya çaba göstermiştir.
Polonya ve Litvanya ise, Rusya tarafından darmadağın edilmiştir.
Sonuç itibariyle neredeyse tüm Avrupa, 17.yüzyılda yaşanan ve oldukça kanlı geçen bu dini çatışmaların faturasını çok ağır ödemek zorunda kalmıştır.
HORATİO NELSON
Bir köy papazının 11 çocuğunun altıncısı olarak Norfolk yakınlarındaki Burnham Thorpe'da dünyaya gelen Nelson, 12 yaşındayken donanmaya katıldı. Doğu ve Batı Hint adaları ile Kuzey Kutup Bölgesi'ndeki görevini ta­mamladığında 18 yaşındaydı. 19 yaşında teğ­menlik sınavını kazandı ve yeniden Batı Hint Adaları'na gönderildi. 20 yaşındayken yüzba­şı rütbesiyle gemi komutanı olan Nelson'un yetişkinlik döneminin büyük bir bölümünde İngiltere savaştaydı. 1775-83 arasındaki Ame­rikan Bağımsızlık Savaşı'nı, 1789 Fransız Devrimi'nden sonra Fransa ile yapılan uzun süreli savaşlar izledi. 1793'te Fransa ile savaşın başlamasından hemen önce 64 toplu büyük Agamemnon gemisinin komutanlığına getirilen Nelson, Akdeniz'deki İngiliz filosuna katılarak Korsi­ka Adası'nın alınmasında rol oynadı. Bu savaşta sağ gözünün kör olmasına yol açan bir yara aldı. 1797'de Portekiz'in güneybatı kıyısı açıklarında yapılan St. Vincent Burnu Savaşı' nın kazanılmasında cesareti ve becerisiyle büyük rol oynayan Nelson'a bu savaştan sonra "Sir" unvanı ve tuğamiral rütbesi veril­di. Aynı yılın sonlarında Kanarya Adalan'n-dan Tenerife'deki Santa Cruz'u ele geçirmek için girişilen savaşta sağ kolunu kaybetti.
Bu sırada Fransız generali Napolyon Bonapart, Avrupa'da kazandığı parlak zafer­lerden sonra, 1798 başlarında Güney Fransa' daki Toulon limanında büyük bir donanma toplamıştı. Napolyon'un Mısır'ı istila etmeyi planladığından kuşkulanan İngilizler ona en­gel olmak için Akdeniz'e bir filo gönderdiler. Filo komutanlığına donanmanın en seçkin komutanlarından olan Nelson getirildi. İngiliz filosunun fırtınaya tutulmasından yararlanan Fransız donanması Toulon limanından ayrılıp Mısır'a doğru yola çıktı. Nelson, 13 Ağustos' ta İskenderiye yakınlarındaki Abukir Körfezi'nde demirli olan Fransız donanmasına karşı saldırıya geçti ve gemilerin tümünü batırarak büyük bir zafer kazandı. Nil Savaşı diye bilinen bu savaşta Nelson alnından hafifçe yaralandı. Savaştan sonra Napolyon Mısır' daki ordusunu terk ederek Fransa'ya döndü. Nelson da Napoli Krallığı'nı Fransız saldırısı­na karşı savunmak üzere donanmasıyla Napo­li'ye gitti. Bu sırada Napoli'deki İngiliz elçisi­nin karısı Lady Emma Hamilton ile araların­da başlayan aşk Nelson'un yaşamı boyunca sürdü. 1801'de Rusya, Prusya, Danimarka ve İsveç' in Napolyon'la ittifak kurma olasılığı karşı­sında İngiltere, Fransız donanmasıyla birleş­mesine fırsat vermeden Danimarka donanma­sına saldırmaya karar verdi. Filonun 2. komu­tanı Nelson bu işle görevlendirildi. Kopen­hag'daki Danimarka filosu kıyıdaki topların güçlü ateşiyle korunuyordu. Kıyı toplarının şiddetli ateşi karşısında İngiliz komutanı Ami­rai Hyde Parker geri çekilme emri verdi. Ama dürbününü kör gözüne götüren Nelson, çekil­me işaretini görmediğini söyleyerek cesaretle saldırıyı sürdürüp zafere ulaştı. Bu zaferden sonra "Vikont" unvanı verilen Nelson donan­ma komutanlığına getirildi.
Nelson, İspanyol ve Fransız donanmaları­nın birleşerek İngiltere'yi istila edebilecek bir güç oluşturmasını önlemek üzere 1803'te Toulon limanını ablukaya almakla görevlendiril­di. Mart 1805'te Fransız gemileri kötü hava koşullarından yararlanarak umandan çıkmayı başardı. Amiral Nelson, İspanya'nın Cadiz limanında Fransız ve İspanyol donanmalarını yeniden ablukaya aldı. Fransız donanması 20 Ekim'de Napolyon'un emriyle ablukayı kır­mak için denize açıldı. İki donanma 21 Ekim'de Trafalgar Burnu açıklarında karşı­laştı. İngiliz donanması, biri Nelson'ın öbürü Amiral Cuthbert Collingwood'un komutasın­da iki koldan saldırıya geçti ve büyük bir zafer kazandı. Amiral Nelson savaş sırasında vurularak öldü. Nelson'ün Trafalgar Savaşı'ndaki komuta gemisi Victory, günümüzde Portsmouth lima­nında sergilenmektedir.
EL ARİŞ SÖZLEŞMESİ
24 Ocak 1800 tarihinde Fransa ve Osmanlı Devleti arasında imzalanmış ateşkes sözleşmesi. Fransa'nın Mısır Seferi çerçevesinde imzalanmış, Büyük Britanya'nın karşı çıkması nedeniyle uygulamaya konamamıştır.
Fransa'nın Mısır Seferi, 1798 yılı Ağustos ayında başlamıştı. Fransa, Büyük Britanya karşısında deniz muharebesinde yenik düşmesine rağmen karada ilerlemesine devam edebilmiş, Filistin'de ilerledikten sonra Akkâ Kalesi kuşatmasının Osmanlı savunmasınca kırılmasından sonra Mısır'a geri dönmüş ve 1 Ağustos 1799'da Mısır'da Osmanlı ordusuna karşı bir muharebe kazanmıştı.
Fransız kuvvetlerine komuta eden General Napolyon Bonapart, Fransa'da meydana gelen siyasi bunalımı haber alarak Ağustos 1799'da Fransa'ya döndü. Bonapart'ın yerine geçen General Jean-Baptiste Kléber başkanlığındaki Fransız heyeti 1799 sonunda Osmanlı yetkilileriyle görüşmelere başladı. Taraflar arasında 24 Ocak 1799 tarihinde El-Ariş adlı liman kentinde bir sözleşme imzalandı. Fransa bu sözleşmenin hükümlerine göre, 1798 yılında işgal etmiş olduğu Mısır'ı boşaltacaktı. Sözleşme uyarınca Fransa ordusu mensuplarının ülkelerine dönmeleri için Büyük Britanya tarafından pasaport ve geçiş belgeleri verilmesi gerekiyordu. Bu durumda, bu dönemde Osmanlı Devleti'nin müttefiki konumunda olan İngiltere sözleşmeye taraf oluyordu. Başlangıçta Büyük Britanya'nın da desteklediği bu sözleşme, Şubat 1800'de Britanya donanması amirali George Elphinstone Keith'in sözleşmeyi imzalamayı reddetmesi nedeniyle yürürlüğe girmedi.
Fransa birliklerinin Mısır'dan geri çekilmesini düzenleyen yeni bir sözleşme 27 Haziran 1801 tarihinde imzalanacaktır. 9 Ekim 1801'de imzalanan Paris Barış Senedi ile Fransa ve Osmanlı Devleti arasındaki barışın şartları ortaya konacak, nihai barış ise 25 Haziran 1802'de Paris Antlaşması ile gerçekleşecektir.
Osmanlı Devleti, bu antlaşmadan sonra diğer ülkelerin Osmanlı Devleti üzerindeki amaç ve emellerine göre izledikleri yolu değerlendirerek denge politikası izlemeye başlamıştır.
AYNALIKAVAK ANTLAŞMASI
21 Mart 1779 Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya İmparatorluğu arasında imzalanan bir düzenleme ve ticaret antlaşmasıdır.
Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu, Kırım'ın bağımsızlığını kabul etmek zorunda kalmıştı. Bir süre sonra Rusya yanlısı Şahin Giray Kırım hanı olunca Kırım'da Tatarlar arasında bir ayaklanma çıktı. Osmanlı Devleti Rusya'nın desteklediği Şahin Giray'a karşı Osmanlı yanlısı Selim Giray'ı destekledi. Ayaklanmanın bastırılması üzerine İngiltere ve Fransa'nın arabuluculuğu ile Osmanlı ve Rusya delegeleri bir araya gelerek İstanbul'daki Aynalıkavak Kasrı'nda yeni bir antlaşma imzaladılar. Bu antlaşmaya göre:
  1. Osmanlı Devleti, Şahin Giray'ın hanlığını tanıyacak; fakat sonraki hanların seçimi için padişahın halife olarak onayı alınacaktı.
  2. Akdeniz ve Karadeniz'de, Fransızlarla İngilizlere tanınan ticari haklar Rusya'ya da tanınacaktı.
  3. Kırım'daki Rus kuvvetleri geri çekilecekti.
Bu antlaşma ile Kırım'ın bağımsızlığı yeniden onaylanmış oldu.
LARGA MUHAREBESİ
Kırım Hanı Kaplan Giray komutasındaki 65,000 Kırım Tatarı süvarisi ve 15,000 Osmanlı piyadesinden oluşan Kırım Hanlığı ordusu ile Pyotr Rumyantsev komutasındaki 38,000 kişilik Rus ordusu arasında Prut Nehrinin bir kolu olan Larga Irmağında olmuştur. Gece 8 saatlik bir savaşın ardından Çeşme Deniz Savaşı ile aynı gün olan 7 Temmuz, 1770'de Kırım Hanlığı'nın bozgunu ile sonuçlanmıştır. Ruslar bu savaşla birlikte ayrıca 33 Türk topunuda ele geçirmişlerdir. Yenilginin başlıca sebebi Osmanlı İmparatorluğu kuvvetleri ile birlikte Kırım Hanlığı süvari kuvvetlerinin gerek askeri gerek teknolojik yönden geri kalmışlığı, modern silahları kullanmayı kabul etmemeleri ve piyade kuvvetlerine de gereken önemi vermemeleri, top yönünden eksikliğidir. Buna karşın Çar I. Petro döneminden beri süregelen reformlarla Rus Ordusu düzenli piyade kuvvetleri ile o döneme uygun gerek atlı ve gerekse bir piyade gibi atsız olarak savaşabilen dragon alaylarına sahipti. Zafer ardından Rumyantsev, 1. dereceden Saint George Madalyası ile Çariçe II. Katerina tarafından ödüllendirildi. 2 hafta sonra, yine aynı general, aynı orduyla savaşın kaderini belirleyecek olan Kartal Ovası Muharebesi'nde, bundan çok daha büyük bir zaferi, Osmanlı Ordusu'na karşı kazanmıştır.

19 Mart 2014 Çarşamba

ANTOFAGASTA'NIN İŞGALİ VE SAVAŞ
Şili askeri birlikleri 14 Şubat 1879 yılında sahil şehri Antofagasta'yı işgal etti. Nüfusun sadece %5'inin Bolivyalı olması dolayısıyla birlikler fazla bir direnişle karşılaşmadılar. Bunun üzerine Bolivya 1 Mart tarihinde Şili'ye savaş ilan etti. 5 Nisan'da ise Şili, Bolivya'ya savaş ilanını yaptı. Peru'nun tarafsız kalma isteğini reddetmesi üzerine Şili, Peru'ya da savaş ilanında bulundu. Şili'nin 13.000'lik askeri gücüne karşılık Bolivya (2.300) ve Peru'nun (6.000) toplam askeri gücü 8.300'dü. Nisan 1879 tarihinde Bolivaya diktatörü Daza'nın, Peru'ya destek vermesi nedeniyle askeri birliklerini Arica'ya gönderme çabaları birliklerinin Atacama Çölü'nde susuzluktan ölmekten son anda kurtulmaları ve geri dönmeleri ile başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu yaşanan olay Daza'nın hükümetten düşmesine kadar giden iç nedenlere neden olmuştur.
Antofagasta'nın işgali ile başlayan savaş denizde ve karada şiddetli çarpışmalara ve bunun sonucunda yaşanan birçok kayıba neden olmuştur. Denizde yaşanan muharebede Şili donanması Peru donanmasına karşı büyük başarılar elde ederek rakibinin deniz gücünü hemen hemen yok ederek, kendisi için deniz koridorunu tamamen açmış, işgal yollarını kendisi için kolaylaştırmıştır.
Denizde bunlar yaşanırken, karada Şili birlikleri Peru topraklarına işgal odaklı birçok sefer düzenledi. Bunlardan bazıları Tarapaca, Moquegua, Lima ve Huamachuco seferleriydi. Bu yapılan savaşlar son olarak Peru'nun güneyinin savunmasıyla sorumlu birliğin dağılmasıyla son buldu. Peru hükümeti tüm bu yaşananlar neticesinde Tacna ve Tarapaca bölgelerinin Şili'ye devrini de kapsayan kapitülasyon şartlarını kabul ettiğini beyan etti.

 

PASİFİK SAVAŞININ SONUÇLARI
Bu savaş neticesinde Şili önemli nitrat madenlerinin sahibi olmuştu. Böylece kayda değer bir zenginliğe ulaşan Şili, nitrat çıkarılmasında yeni ve kolay metodların bulunması ve sentetik gübrenin icadı ile bu kaynağın getirisini pek kullanamasa da daha ilerki dönemlerde Atacama Çölünde bulduğu bakır madenleri ile tekrardan önemli bir gelire sahip oldu. Günümüz dünyasında Şili açık ara en büyük bakır tedarikçisidir.
Bu üç ülke arasında ortam hala gergin bir düzeyde ilerlemektedir. Özellikle Bolivya bu savaşlar neticesinde denize kıyıya kalmamasının sıkıntısını yaşamaktadır ve günümüzdeki politik ve ekonomik 'güçsüzlüğünü' buna bağlamaktadır. Bu nedenle yıllar önce yapılan antlaşmanın revize edilmesini ve kendisine denize açılımlarını sağlayacak bir koridorun açılmasını talep etmektedir.
Her ne kadar burada söz konusu Şili ile Bolivya arasında ki bir antlaşma olsa da anlaşamamanın nedeni Peru'dur. Şili'nin o dönemde koridor olarak Bolivya'ya verilmesi olası toprakların eski Peru toprakları olması ve bu toprakların, Ancon Antlaşması'na göre anca Peru'nun onayı ile üçüncü bir ülkeye verilmesi maddesi süreci olumsuz yönde etkilemiştir. Peru devletinin buradaki düşüncesi, Bolivya'nın bu toprak kazanımı ile zamanında Peru'nun kaybettiği toprakları sahiplenerek Peru'nun bu kaybından yararlanma olarak görüyordu. Bolivya'nın buradaki düşüncesi ise o toprakların artık tamamen Şili hakimiyetinde olduğu ve Peru'nun konu ile ilgili bir bağlantısının bulunmamasıyken, Şili devleti ise, toprak vererek zaten yapması gerektiğinin herhangi bir karşılık almadan fazlasını yaptığını ve bu yüzden Peru'dan onay alınması gerekiyorsa bunun Bolivya'nın yapması gerektiğini belirtmektedir.
Tüm bu yaşanan olaylardan sonra 1978 yılında Bolivya, Şili ile diplomatik ilişkilerini kesmiştir.
Ayrıca günümüzde Şili'ye doğalgaz ihracatını reddeden Bolivya, doğalgaz ihraç ettiği Arjantin'e ihraç ettikleri doğalgazın kesinlikle Şili'ye iletilmemesi şartını koşmuştur.
Her ne kadar iki ülke arasında son dönemlerde hükümetler arası gayri resmi yakınlaşmalar olsa da, Şili artık Bolivya'ya herhangi bir toprak verilmesi taraftarı değildir.