Translate

17 Mart 2014 Pazartesi

SÜVEYŞ KRİZİNİN SONUÇLARI
Süveyş Krizi'nin en önemli sonucu, Avrupa Devletleri'nin zayıflığını göstermesi oldu. Yarım yüzyıl öncesinde dünyaya mutlak egemen olan Birleşik Krallık ve Fransa'nın artık ABD'nin askeri desteği olmadan hareket edemeyeceği ortaya çıkmıştı. Bu, dünya hakimiyetinin Avrupa'dan ABD ve Sovyetler'e geçtiğinin ilanı olmuştur.
Süveyş Krizi, Birleşik Krallık'ın Falkland Adaları Savaşı'na kadar ABD'nin desteği olmadan yaptığı son harekattır. Bu süre içinde Birleşik Krallık, askeri harekatlarında hep ABD'nin desteğini arayacaktır.
Fransa'da ise General de Gaulle, Fransa'nın dış politika amaçları için ABD'ye güvenemeyeceğini anlamıştır. İktidara geldikten sonra de Gaulle, Fransa'nın bağımsız bir politika izleyebilmesi için nükleer silah geliştirilmesine başlayacak ve Fransa'yı NATO'nun askeri kanadından çekecektir.
Süveyş Krizi'nden Nasır, Arap dünyasının en güçlü lideri olarak çıktı. Mısır, savaşı kaybetmiş ve büyük asker kaybı vermiş olmasına rağmen Süveyş Kanalı üzerinde denetimini kurmuştu. Mısır'da 1881 yılından beri var olan Britanya etkisi ortadan kaldırılmıştı.
Süveyş Krizi sonrasında Nasır yükselirken, Birleşik Krallık'ta başbakan Anthony Eden istifa etmek zorunda kalıyordu.
Birleşik Krallık ve Fransa'nın zayıflığının ortaya çıkması ve Mısır'ın ayakta kalması kolonilerin bağımsızlaşma sürecini hızlandırdı. Bu iki devletin kalan kolonileri ileriki yıllarda bağımsız oldular.
Mısır'ı kurtaran, Birleşik Krallık ve Fransa'yı geri çekilmeye zorlayan, Sovyetler Birliği'ydi. Bu tarihten sonra bölgede Sovyetler'in prestiji hızla artmaya başladı.

16 Mart 2014 Pazar

SADRAZAM RÜSTEM PAŞANIN SİCİL-İ OSMANİDEKİ DEĞERLENDİRİLMESİ
Zengin, tedbirli, akıllıydı.
Osmanlı kişileri hakkında önemli bir biyografi eserinde ise şu değerlendirilme yapılmıştır:
Rüstem Paşa arkasında büyük miktarda mücevherat, altın ve gümüşten yapılmış değerli eşya bıraktı. 1.700 köle, 2.900 at, 1.160 deve, 8.000 dülbent, 780 bin sikke-i hasene, 5.000 hilat, 1.100 altın üsküf, 2.009 yük keçe, 2.000 zırh, 100 gümüş eyer, 500 mürassa altın eyer, 130 çift altın üzengi, 760 mürassa kılıç, 1.500, gümüşlü tolga, 1000 gümüşlü sesper, Anadolu ve Rumeli'de sahip olduğu 1.000 çiftlik zenginliklerinin önemli bir kısmını oluşturmaktaydı.
Yerli ve yabancı kaynaklar..(onu)... abus çehreli ve aksi bir adam olarak tanıtmaktadır. Aynı zamanda onu hüsn-i tedbir sahibi, kabiliyetli, müktesit bir devlet adamı olarak bildirilmektedir.
Kısa dönemde devlet hazinenin doldurulmasına önem vermiş, bunun uzun dönemde nelere sebep olacağını düşünememiştir. Örneğin önce hass-ı hümayun ve sonra diğer hasları iltizam suretiyle işletmesi hazineye büyük gelir sağlamıştır; ama bu, toprakları işleten mültezimlerin toprakların verimliğini artırmak hatta aynı seviyede tutmak için yatırım yapmamalarına ve böylece zamanla tarım topraklarınin verimliğinin kaybolmasına neden olmuştur. İltizam satışlarında bir rüşvet şekli olan komisyon verilmesinin yaygınlaşması; hazineyi doldurmak için bahşiş, peşkeş vb. isimler takılan bir çeşit rüşvet alıp ve verilmesi usul haline getirmiştir. Bu türlü yolsuz kazanç kazanma ile kendi şahsi servetini de büyük miktarlara yükseltmiştir.Bu yolsuz kazancın yaygınlaşıp alışılır görenek haline girmesi, devlet kademesinde rüşvetin yaygınlaştırılması Osmanlı İmparatorluğu'nun içine bozulma tohumlarını atmıştır.
RUS TOPRAKLARININ BİRLEŞMESİ
İvan tahta çıktığı sırada Büyük Rus topraklarının büyük bölümü henüz Moskova'nın denetiminde değildi. Ukrayna'nın tümü ve Yukarı Oka toprakları Polonya-Litvanya birliğinin egemenliği altındaydı. İvan'ın prensliği de kâğıt üzerinde bile olsa, Altın Orda Devleti'ne bağlıydı. İvan, bir dizi saldırıyla (1467-1469) doğuda Kazan Hanlığını geçici bir süre için etkisiz bir hale getirdi. Litvanya büyük dükü Kazimierz IV. Jagellon ile ittifak kuran Novgorod Cumhuriyeti'ni ve buraya bağlı geniş toprakları ele geçirmeye çalıştı (1471). Novgorod'a birkaç kez saldırdı ve 1478'de egemenliğini resmen kabul ettirdi. Son demokratik ve özerk kurumları ortadan kaldırdı, Novgorod'a bağlı kilise topraklarının büyük bölümüne el koydu, kolonilerini ilhak etti ve yerli halkın yerine kendi topraklarından getirttiği güvenilir adamları yerleştirdi. 1489'a gelindiğinde Novgorod, İvan'a karşı koyabilecek gücü bütünüyle yitirmişti. Bağımsız kalabilmiş Rus topraklarından Yaroslavl ve Rostov da anlaşmalar yoluyla sırasıyla 1463 ve 1474'te ilhak edildi. Zayıf bir direnme gösteren Tver 1485'te Moskova'ya sessizce teslim oldu. Yalnızca Ryazan ve Pskov, gurur kırıcı biçimde Moskova'ya boyun eğerek bağımsızlıklarını koruyabildiler.
İvan, Altın Orda hanı Seyyid Ahmed'in Polonya-Litvanya'yla kurduğu dostluğu dengelemek üzere Kırım hanı Mengli Giray'la güçlü bir ittifak kurdu. 1480'de İvan'ın zaferiyle sonuçlanan Ugra Savaşı'ndan sonra Ahmed güçlerini Rusya topraklarından çekti. Ahmed'in oğulları, 1502'de kesin bir yenilgiye uğrayıncaya değin Kırım ve Moskova için bir tehlike oluşturdular. Ama İvan 1480'den sonra hanın vasılı olmaktan çıkmış ve Avrupa diplomasisinde bağımsız bir hükümdar olarak kabul görmüştü. 1502'de, Altın Orda Devleti'nin yıkılmasından sonra İvan, Tüm Rusya'nın Hükümdarı (Gosudar vsey Rusi) unvanı taşıyabilecek duruma geldi.
Esneklik ve diplomasi yoluyla hükümdarlığının sonuna değin Mengli ile dostluğunu sürdürmeyi, Kazan Hanlığı'yla ilişkilerinde ciddi bir sorun çıkarmamayı başardı. İvan'ın yönetimi sırasında ustalıkla tarafsızlaştırılan Kazan Hanlığı, Moskova'nın vesayetinden kurtulma çabasına girişti.
İvan'ın son yıllarında Litvanya'ya karşı yürütülen savaş umduğu gibi başarılı olmadı. Güney Rusya prensleri onun hizmetine girmek için Litvanya büyük dükünü terk ettiler. 1487-1494 ve 1500-1503 savaşlarından sonra, Alexander Jagellon aracılığıyla, ona katılmış olan 19 kent ve 70 araziyi kendine bağlattı. Bunlara rağmen, Ukrayna'nın büyük bölümü hala düşmanlarının elinde kaldı.
Moskova Prensliği'nin gücünü Batı Avrupa saraylarına kanıtlamaya girişti.
DARBELER DÖNEMİ 1866-1868
Chōshū yönetiminde meydana gelen darbeyle başa geçen Şogun yönetimi karşıtı aşırı kanadın iktidara gelmesiyle beraber Şogun yönetimi ikinci Chōshū seferine çıkarak isyancı bölgeyi cezalandırmaya girişir. Bu gelişme üzerine Chōshū, satsuma ile gizli bir işbirliğine gider. 1866 yazında Chōshū Şogun yönetimini yener ve büyük bir otorite kaybına sebep olur. Aynı yılın sonuna doğru Şogun Iemochi ve İmparator Kōmei ölecek ve yerlerine Yoshinobu ve İmparator Meiji geçecektir. Yeni başa geçen yöneticiler kendi egemenliklerini konsolide etmek amacıyla ateşkes ilan etmeyi uygun göreceklerdir.
9 Kasım 1867 günü Satsuma ile Chōshū arasında İmparator Meiji adına bir gizli antlaşma imzalanarak Yoshinobu egemenliğine son verilmesi amacıyla ittifak oluşturulur. Bu antlaşmadan hemen önce ise Tosa daimyosunun teklifi üzerine Yoshinobu görevini bıraktığını ve imparatorun emrine girdiğini açıklayacak ve Tokugawa Şogunluğunun sonunu ilan edecektir.
Yoşinobu görevinden ayrılsa da kurmuş olduğu devlet mekanizması hala ayaktaydı ve işlemeye devam ediyordu. Tokugawa ailesi hala çok güçlüydü ve oluşacak yeni bir yapılanmada önemli bir etken olacak durumdaydı. Bu durum Satsuma ve Chōshū yönetimleri tarafından kabul eidlemez bulunuyordu. Olaylar 3 Ocak 1868 günü siyasi kriz boyutlarına ulaştı. Satsuma ve Chōshū taraftarları Kyoto’daki imparatorluk sarayını işgal etti ve ertesi gün 15 yaşındaki İmparator Meiji bütün iktidarı aldığını açıkladı. İmparatorluk Danışma Meclisi bu ilandan memnun görünse de Tokugawa ile yapılacak bir koalisyondan yanadır. Ancak Saigō Takamori, Meclise baskı yaparak şogun sıfatının kaldırılması ve Yoshinobu’nun topraklarının el konulmasına dair karar aldırdı.
İlk başta taleplere olumlu cevap verse de 17 Ocak 1868 günü yaptığı açıklamada Yoshinobu, alınan kararı tanımadığını ve meclisin kararı geri almasını talep etti. 24 Ocak günü Yoshinobu, Satsuma ve Chōshū kuvvetleri tarafından işgal edilen Kyoto’ya saldırı hazırlıkları yapmaya karar verdi. Bu kararı almasında Edo’da arka arkaya kundaklanan binaların haberini alması etken oldu. Tokugawa sarayı konumunda olan Edo Kalesi kundaklanmış ve olayın sorumluları olarak Satsuma roninleri suçlanmıştı. Bunun üzerine şogun yönetimine bağlı kuvvetler Edo’daki Satsuma daimyo sarayına saldırıp burada saklanan şogun karşıtı çok sayıda muhalifi öldürecektir.
JAPONYA BAŞBAKANI KURODA KİYOTAKA
( d. 21 Kasım 1840, Satsuma - ö. 25 Ağustos 1900, Tokyo, Japonya), Japonya'da imparatorluk yönetiminin yeniden kurulmasıyla sonuçlanan Meici Restorasyonu'nda (1868) önemli rol oynayan ve Nisan 1888 - Ekim 1889 arasında başbakanlık yapan devlet adamı. Meici Anayasası'nın yürürlüğe girmesinden (1889), 1930'ların başına değin Japon hükümetine egemen olan genro'nun ilk üyelerinden biridir.
Boshin Savaşı'nda (1868-69), Meici hükümeti adına ülkenin kuzeyindeki Hokkaido Adasını ele geçiren imparatorluk kuvvetlerine komuta etti. 1870'te bu geri kalmış bölgeyi yerleşime açıp kalkındırmakla görevlendirildi. Adaya Amerikalı tarım uzmanları getirip göçmenlere mali kaynak sağlayan ve yeni sanayilerin kurulmasını özendiren Kuroda'nın çabaları sonucu, 10 yıl içinde nüfus dört katına çıktı ve üretimde önemli artışlar sağlandı. Böylece Hokkaido, Rus yayılmacılığına karşı en iyi korunan Japon adalarından biri surumuna geldi.
Hükümette hızla yükselen Kuroda, 1879'da halkın temsilcilerinden oluşan bir meclis kurulmasını engellemeye çalışmış tek hükümet üyesi olmasına karşın, 1888'de başbakanlığa getirildi. Ama Japonya'nın Avrupa devletlerinin baskıları karşısında 1850'lerde imzalamak zorunda kaldığı "eşitsiz antlaşmalar"ın gözden geçirilmesi konusunda doğan bir anlaşmazlık nedeniyle 18 ay sonra başbakanlıktan istifa etti. Bununla birlikte hükümette başka görevler üstlenmeyi sürdürdü ve genro'nun önde gelen bir üyesi olarak ölümüne değin hükümetin izlediği politikalar üzerindeki etkisini korudu.
VERSAY BARIŞ ANTLAŞMASININ HAZIRLANIŞI
Alman hükümeti 1918 yılının Ekim ayında, dönemin ABD başkanı Woodrow Wilson'un adil bir barış için önermiş olduğu on dört maddeyi kabul ettiğini bildirmiş, Başkan'dan bu çerçevede bir antlaşmaya gidilmek üzere ateşkes sağlanması yönünde girişimlerde bulunmasını talep etmişti. Bu ondört maddenin dokuz maddesi yeni toprak düzenlemeleriyle ilgilidir. Ancak savaşın son yılında gerek İngiltere, Fransa ve İtalya arasında, gerekse de bu ülkelerle Romanya ve Yunanistan arasında imzalanmış olan gizli antlaşmalar daha farklı bir toprak düzenlemesini gerektirmekteydi.
Paris Barış Konferansı'nda "Üç Büyükler" olarak bilinen İngiltere Başbakanı David Lloyd George, Fransa Başbakanı Georges Clemenceau ve İtalya Başbakanı Vittorio Emanuele Orlando etkin olmuş ve Versay Antlaşması'nın maddeleri taslak haline getirilmiştir. Bu taslakla ateşkes görüşmeleri sırasında verilen güvenceler arasındaki uyumsuzluk Alman heyetince protesto edilse de Alman Meclisi antlaşma şartlarını 9 Temmuz 1919'da, Almanya üzerinde abluka kalkmadığı ve başka yapılacak bir şey olmadığı için onayladı.
Genel hatlarıyla, 10 Ocak 1920'de yürürlüğe giren Versay Antlaşması, Bismarck (Bismark)'ın kurduğu Almanya'yı yıkıyor ve yeni bir Avrupa düzeni kuruyordu. Almanya, Alsas-Loren'i Fransa'ya, Eupen (Öpen), Malmedy (Malmedi) ve Monschau (Monşo)'nun bir bölümünü Belçika'ya, Memel'i (bugün Klaipeda) yeni kurulan Litvanya'ya, Yukarı Silezya'nın güney ucunu ve Batı Prusya'nın büyük bölümünü Polonya'ya, Yukarı Silezya'nın bir parçasını Çekoslavakya'ya bırakıyordu. Danzig (bugün Gdansk) serbest şehir oluyor ve Milletler Cemiyeti'nin himayesine terkediliyordu. Saar (Sar) bölgesi Fransa'ya bırakılacak, bölgenin esas kaderi ise onbeş yıl sonra yapılacak halk oylaması ile belirlenecekti. Almanya, Ren kıyılarındaki ve Helgoland'da mevcut tahkimatları yıkacaktı. Ayrıca 1920'de Schleswig Holstein bölgesinin Schleswig kısmında plebisit yapılacaktı. Bu plebisit sonucu Orta Schleswig Almanya'da kalırken; Apenrade (Aabenraa), Sonderburg (Sonderborg), Hadersleben (Haderslev) ilçelerinin tamamıyla Tondern (Tønder) ve Flensburg ilçelerinin kuzey kısımlarından oluşan Kuzey Schleswig (Güney Jutland) Danimarka'ya geçiyordu. 15 Haziran 1920'de Almanya, Danimarka'ya Kuzey Schleswig'i resmen devretti.
Almanya'nın, Çin'deki hakları ve Büyük Okyanus'taki adaları Japonya'ya devredildi. Almanya, Avusturya ile birleşmemeyi taahhüt etmekte; ayrıca Avusturya, Çekoslovakya ve Polonya'nın bağımsızlığını tanımaktaydı. Tarafsızlığı savaş içinde çiğnenen Belçika'nın hukuki bakımdan da tarafsızlığı kaldırılmakta, Almanya da bunu kabul etmekte idi.
Almanya, mecburi askerliği kaldırıyor, en çok 100 bin kişilik bir ordu bulundurmak yetkisine sahip oluyordu. Ayrıca, Almanya denizaltı ve uçak da üretemeyecekti. Bütün gemilerini de İtilaf Devletleri'ne teslim edecekti. Almanya, ödeme kabiliyetinin çok üstünde bir savaş tazminatıyla da yükümlü tutuluyordu. Almanya, ekonomik ve siyasi bakımdan ağır yükümlülükler altında idi. Birçok Alman da yeni kurulan devletlerin sınırları içinde kalmıştı. Bu durumun doğal bir sonucu olarak azınlık meselesi, Barış Antlaşmasının uygulanması ile ortaya çıkmıştır.
FRANSA BAŞBAKANI ARİSTİDE BRİAND
(28 Mart 1862, Nantes-7 Mart 1932, Paris, Fransa), Fransız devlet adamı. 1906-32 arasında 11 kez başbakanlık yapmış, 15 kez de çeşitli bakanlık görevlerinde bulunmuştur. Uluslararası işbirliği, Milletler Cemiyeti ve dünya barışı alanlarındaki çabalarından dolayı 1926 Nobel Barış Ödülü'nü almıştır.
Hukuk öğrencisiylen Le Peuple, La Lanterne ve Petite République gibi yayınlardaki yazılarıyla solcu görüşleri savundu. 1904'te L'Humanité gazetesinin kuruluşunda Jean Jaurès'e yardım etti. 1894'te Nantes'ta düzenlenen bir işçi kongresinde, aralarında derin ayrılıklar bulunan Fransız sendikacılarına genel grevi siyasi bir taktik olarak benimsetmeyi başardı. Bu karar, Jaurès önderliğindeki ılımlı sosyalistler ile Jules Guesde'nin öncülük ettiği militan Marksistlerin birbirinden daha da uzaklaşmasına yol açtı. Briand 1889, 1893 ve 1898'de milletvekilliğine adaylığını koyduysa da seçilemedi. 1901'de Sosyalist Parti'nin genel sekreterliğine getirildi. 1902'de Loire ilinden milletvekili seçildi ve yaşamının sonuna değin sandalyesini korudu.
Briand'ın hükümet düzeyindeki ilk büyük başarısı, 1905'te dinle devlet işlerinin ayrılmasına ilişkin bir yasa tasarısı hazırlayan komisyondaki etkinliği oldu. Hazırladığı rapor, La Séparation des églises et de l'état (Kiliseler ve Devletin Ayrılması) adıyla yayımlandı. Bu başarısı dolayısıyla Mart 1906'da eğitim ve kültür bakanlığına atanınca, bir burjuva hükümetinde görev aldığı için Jaurès ve öbür sosyalistlerle arası daha da açıldı. Georges Clemenceau'nun ilk hükümetinde (1906-09) bir dönem daha eğitim bakanlığı yaptıktan sonra Temmuz 1909'da başbakanlığa getirildi, Kasım 1910'a değin bu görevde kaldı. Nispi temsil sistemi yönündeki önerisi Mart 1913'te Senato'da reddedilinciye değin iki kısa dönem daha başbakanlık yaptı.
René Viviani kabinesinin Ekim 1915'te düşmesi üzerine Briand yeniden başbakan oldu, ayrıca dışişleri bakanlığını da üstlendi. Altıncı kabinesini Aralık 1916'da kurduysa da savaşın doğurduğu güçlüklerin üstesinden gelemedi. Artan baskılar ve başarısız Balkan seferi yüzünden Mart 1917'de istifa etmek zorunda kaldı. Üç yıl boyunca, Milletler Cemiyeti'nin ve ortaklaşa güvenlik kavramını inançla savunması dışında devlet işlerinin uzağında kaldı. Ocak 1921'de yeniden başbakanlığa döndü; ama dış politikadaki başarısızlıkları yüzünden Ocak 1922'de gene istifa etmek zorunda kaldı.
Nisan 1925'te Paul Painlevé hükümetinde bir kez daha dışişleri bakanlığına getirilen Briand, bu görevini art arda 14 hükümette de korudu. Üçü 1925-26'da, biri 1929'da olmak üzere bu 14 kabinenin dördünde başbakanlığı da yürüttü. Bu dönemde önemli başarılar kazandı. Alman şansölyesi Gustav Stresemann ve İngiliz dışişleri bakanı Austen Chamberlain ile birlikte, Almanya ile eski düşmanları arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesini amaçlayan Locarno Paktı'nı (1925) ve 60 ülkenin katılımıyla ulusal politika aracı olarak savaşı yasaklayan Kellogg-Briand Paktı'nı (27 Ağustos 1928) gerçekleştirdi. Aralık 1930'da açıkca ve o gün için cesur sayılabilecek bir tutumla Avrupa'nın federal birliğini savundu. Cumhurbaşkanlığı için giriştiği başarısız bir seçim kampanyasının ardından Ocak 1932'de emekliye ayrıldı, kısa süre sonra da öldü.