Translate

16 Mart 2014 Pazar

ÇANAKKALE KRİZİ
İzmir'in 9 Eylül 1922'de kurtuluşundan sonra Türk Ordusu'na bağlı bağlı birlikler Çanakkale'den başlayan tarafsız bölge üzerinden İstanbul'a doğru ilerlemeye başladı. Birleşik Krallık Bakanlar Kurulu, 15 Eylül 1922 tarihinde bir araya geldi ve İngiliz kuvvetlerinin konumlarını koruması gerektiğine karar verdi. Ertesi gün, Dışişleri Bakanı Lord Curzon'un yokluğunda, bazı kabine bakanları Türkiye'nin Sevr Antlaşması'nı ihlal ettiği gerekçesiyle, İngiltere ve dominyonları tarafından Türkiye'yi bir savaş ilanı tebliği ile tehdit etti. 18 Eylül'de Fransa'da bu konuyu görüştükten sonra ülkesine geri dönen Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Fransa Başbakanı Raymond Poincaré tarafından geri çağrıldı. 20 Eylül'de tekrar Fransa'ya gelen Curzon'a Poincaré, Çanakkale'de bulunan Fransız birliklerinin derhal geri çekilmeye başladığını bildirdi ve ateşkes yapılması için sert bir dille azarladı.
İngiliz halkı, Çanakkale'de Türklerle tekrar savaşa gitme olasılığı ile paniğe kapıldı. Dominyonlar, Başbakan David Lloyd George'un bu konu hakkında danışmaması üzerine hiç bir kuvvet göndermeyeceklerini açıkladılar. Kanada Başbakanı Mackenzie King, durumun 8 yıl önce patlak veren I. Dünya Savaşı'ndan farklı olduğunu, asker gönderebilmek için Kanada Meclisi'nin karar vermesi gerektiğini açıkladı. İtalya, Romanya ve Sırbistan da Çanakkale'ye savaşmak için herhangi bir kuvvet göndermeyeceklerini açıkladılar.
23 Eylül'de toplanan Birleşik Krallık Bakanlar Kurulu, Doğu Trakya'yı Türkiye'ye terk etme kararı verdi. Bunun üzerine Türk Ordusu Başkomutanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa, herhangi bir olayı önlemek için orduya emir verdi. Ayrıca ateşkes görüşmeleri için Mudanya'yı teklif etti. Taraflar, 3 Ekim'de Mudanya'da bir araya geldi. 11 Ekim'de ateşkes şartları İngilizlerin takviye kuvvet alması üzerine 2 saatlik bir gecikmeyle Birleşik Krallık tarafından kabul edildi. Türkiye, bu takviyenin herhangi bir mukavemete sebebiyet vermemesi konusunda ikna oldu.
DAVİD LLOYD GEORGE TÜRKİYE SİYASETİ
Türk Kurtuluş Savaşı sürdüğü yıllarda İngiliz Hükümeti'ni yönetmiştir. Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen dönemde Lloyd George Türkiye'ye karşı son derece sert ve tavizsiz bir politika izledi. Yunanlılar İzmir'e asker çıkarmadan İzmir-Konya-Antalya üçgeni İtalya'ya verilmişti, ancak bölgenin güçlü İtalya'ya nazaran daha güçsüz olan Yunanistan'a verilmesi İngiltere'nin çıkarlarına daha uygundu. Bu yüzden Geoerge Yunanlıların Anadolu'yu işgaline destek çıktı.
Ayrıca Sevr Antlaşması, Türk hükümetinin Sevr Antlaşmasına direnmesi üzerine Yunan ordusunun Anadolu'ya sürülmesi, 1921 Londra Konferansı'nda Sevr Antlaşması'ndan taviz verilmemesi, 1922 yazında Yunan başbakanı Gounaris'in Anadolu'dan çekilme teklifinin reddi, 1922 Eylülünde Çanakkale Boğazı nedeniyle Türkiye ile savaş noktasına kadar tırmanan gerilim, hep Lloyd George'un şahsen yönettiği politikaların ürünüdür.
Ayrıca Lloyd George'un Türkiye'ye karşı tutumunu Yunan lideri Venizelos'la dostluğuna bağlayan yorumcular, Venizelos'un Kasım 1920'de iktidardan düşüşünden sonra da aynı politikaları sürdürmesini açıklamakta zorlanmıştır. Bazı tarihçilere göre gençliğinde Gladstone'un çırağı olarak, onun Türk karşıtı görüşlerinden etkilenmiştir. Bazılarına göre Galler ve İrlanda davalarında azınlık hakları için verdiği mücadele, Türkiye'deki azınlıklara gösterdiği sempatinin kaynağıdır.
Lloyd George'un Türk Kurtuluş Savaşı'ndan sonra yaptığı bir konuşmada Atatürk ile ilgili, "İnsanlık tarihi birkaç yüzyılda bir dahi yetiştirebiliyor. Şu talihsizliğimize bakınız ki Küçük Asya'da çıktı. Hem de bize karşı.. Elden ne gelebilirdi?" dediği iddia edilmekte olup, henüz bu söylem belgelenmemiştir.[
CEVDET SUNAY'IN CUMHURBAŞKANLIĞI
Cemal Gürsel'in rahatsızlığı sebebiyle görevden ayrılması üzerine, 28 Mart 1966'da Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye'nin beşinci Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Beşinci Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay 28 Mart 1973 tarihine kadar devam eden Devlet Reisliği'nde zaman zaman sıkıntılı günler geçirmiştir. Sırasıyla Süleyman Demirel, Nihat Erim ve Ferid Melen'in hükümet kurdukları bu dönemde en uzun müddet hükümet başında kalan (27.10.1965-19.03.1971) Süleyman Demirel'dir. Demirel bu dönem için Sunay'ın ölümünden sonra: "Beş yıl, Cumhurbaşkanı Sunay ile rahat çalıştık. Birbirimizi anlıyorduk. Çankaya ile hükümet arasındaki bu uyum Türkiye'ye pek çok şey kazandırmıştır" demiştir.
Türkiye'de sol hareketin ivme kazanması, CHP'nin "Ortanın Solu" sloganı, Ecevit'in adının duyulmaya başlaması, öğrenciler arasındaki sağ-sol kavgası, Yassıda Mahkemesi'nde yargılanıp hapse mahkum olan ve Kayseri Kapalı Cezaevinde kalan başta Celâl Bayar olmak üzere Demokrat Parti milletvekillerinin affı ile siyasî haklar verilmesi mevzusunda o günlerin partileri arasındaki mücadele, Suat Hayri Ürgüplü'nün başbakanlığa getirilip (29 Nisan 1972) kurduğu hükümetin Sunay tarafından önce uygun görülüp sonra reddedilmesi, üniversitelerde zaman zaman arama yapılması, hatta bazen kapatılması, İsmet İnönü'nün irtica ve Nurculuk kelimelerini sık sık tekrarlaması, 1967 Kıbrıs olayları, ABD Başkanı Jonson'un mektubu, Yargıtay Başkanı İmran Öktem'in cenaze merasimindeki olaylar (1969) ve sonrasındaki gösteriler, Birinci Boğaz Köprüsü, İstanbul ve Ankara'da bazı resmî binaların bombalanması Genelkurmay Başkanı Cemal Tural'in Askeri Şûra'ya alınarak Orgeneral Memduh Tağmaç'in Genelkurmay Başkanı olması (12 Mart 1969), Millî Nizam Partisi'nin kurulması (26 Ocak 1970), İsrail Başkonsolosu'nun kaçırılması ve daha sonra öldürülmesi, üç İngiliz teknisyenin kaçırılıp öldürülmesi, Boğaziçi adlı yolcu uçağının Bulgaristan'a kaçırılması, Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının idâmı, İsmet İnönü'nün önce CHP liderliğinden daha sonra CHP'den ve milletvekilliğinden istifası, birinci ve ikinci Nihad Erim hükümetleri (1971-1972), sonra Ferid Melen'in başbakanlığı ve benzeri olaylar ve meşhur 12 Mart Muhtırası Cevdet Sunay'ın Cumhurbaşkanlığı döneminde cereyan etmiştir. Yedi yıllık görev süresini tamamladıktan sonra 28 Mart 1973'te cumhurbaşkanlığından ayrılmıştır.
1929 yılında Atıfet Hanım'la evlenen ve üç çocuğu olan Cevdet Sunay 22 Mayıs 1982'de vefat etmiştir.[

15 Mart 2014 Cumartesi

ARŞİDÜK KARL
(d. 5 Eylül 1771, Floransa-ö. 30 Nisan 1847, Viyana), Avusturya arşidükü , Teschen Dükü, askeri reformcu ve kuramcı. Napoléon döneminde Fransa'ya karşı zafer kazanabilen az sayıdaki müttefik komutanından biridir. 1800'lerin ilk yıllarında modernleştirdiği Avusturya ordusu Napoléon'un yenilgiye uğratılmasında (1813-15) önemli rol oynamıştır.
Kutsal Roma-Germen imparatoru II. Leopold'un (hükümdarlığı 1790-92) üçüncü oğluydu. Gençlik yıllarını İtalya'da geçirdi. Devrimci Fransız yönetimine karşı 1792'de başlayan savaşa katıldı; Jemmapes, Neerwinden, Wattignies ve Fleurus savaşlarına katıldı, 1793'te Aldenhoven ve Neerwinden'de Fransız ordularını yenilgiye uğrattı. Aynı yıl Avusturya Felemenki'nin genel valiliğine atandı. 1796'da Avusturya Ren Ordusu'nun başkomutanlığına ve Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu ordusunda da mareşalliğe getirildi. 1796'da çıktığı seferde Jean-Baptiste Jourdan ve Jean Victor Marie Moreau adlı Fransız komutanları yenerek Ren Nehrinin öbür yakasına çekilmek zorunda bıraktı ve Avrupa'nın en iyi komutanlarından biri olduğunu kanıtladı. Fransa'ya karşı gene Ren cephesinde komuta ettiği II. Koalisyon Savaşları'nda da (1798-1802) Jourdan ve André Masséna'yı yenilgiye uğrattı. Ama Avusturya'nın Hohenlinden'deki yenilgisinden (1800) sonra Moreau'nun Viyana'ya doğru ilerlemesine engel olamadı. 1805 Savaşı'nda İtalya'daki Avusturya ordusuna komuta eden Karl, Masséna'ya karşı Caldiero'da bir zafer daha kazandıysa da Avusturya ordusunun Almanya'da uğradığı yenilgiler Napoléon'un savaşı kazanmasını sağladı.

Lunéville Antlaşması'ndan (9 Şubat 1801) sonra Avusturya Savaş Kurulu (Hofkriegsrat) başkanlığına ve başkomutanlığına getirilen Karl Avusturya'nın eski askerlik sistemini değiştirmeye yönelik kapsamlı bir reform programını yürürlüğe koydu. Program halkın silahlandırılmasını ilkesinin benimsenmesini, Fransız askeri örgütlenme biçimi ile taktiklerinden yararlanılmasını ve askeri akademilerin kurulmasını öngörüyordu. Yapı değişikliğini tamamlamamış olmasına karşın oldukça güçlenen Avusturya ordusu Karl'ın komutası altında Napoléon'u hayatında ilk kez Aspern-Essling'de bozguna uğrattı.[1] Ama Wagram Çarpışması'nda (1809) Avusturya yenildi.
Aynı yıl görevinden ayrılan Karl bundan sonra Napoléon'un ordularına karşı savaşmadı.
Askeri konulardaki yapıtları arasında özellikle üç ciltlik Grundsätze der Strategie erläutert durch die Darstellung des Feldzuges von 1796 in Deutschland (1814; 1796 Almanya Seferi Işığında Strateji İlkeleri) çağdaşları üzerinde büyük etkisi oldu. Savaş alanlarındaki saldırgan ve cesur uygulamalarının tersine stratejik konumların ve tedbirliliğin önemini vurgulayan yapıtları, kendi döneminde bile yeni bir sav getirmekten çok uzaktı.
İLHANLILARIN SİYASİ TARİHİ
Azerbaycan'ı ele geçiren Hülagû Han, 1258'de Bağdat'ı alarak Abbasî Devleti'ne son verdi. Anadolu Selçuklu Devleti'ni egemenliği altına aldı. Moğollar, Anadolu'nun bilim, kültür ve ticaret merkezleri olan kentlerini yakıp yıktılar ve yağmaladılar. Bu dönemde Anadolu'da ticaret geriledi. Türkler, Doğu ve Orta Anadolu'dan batı bölgelerine doğru göç etmek zorunda kaldılar. Moğollar, Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılmasında önemli rol oynadılar. İlhanlılar döneminde Anadolu'nun büyük kısmı İlhanlılara'a ait olduğu için Orta Asya’dan Anadolu’ya yoğun Türkmen göçleri olmuştur.
İlhanlılar, Suriye ve Filistin'i işgalden sonra Mısır'a doğru ilerlemeye başladılar. Ancak Memlükler, Ayn-ı Câlut Savaşı'nda İlhanlıları yenilgiye uğratarak Filistin ve Suriye'den çıkardılar (1260). Memlûk Sultanı Baybars, İlhanlıları ikinci kez Elbistan'da yenilgiye uğrattı (1277). Memlukler tarafından uğratıldıkları yenilgiler dışında savaş kaybetmediler.
İlhanlılar, Gazan Mahmud Han (1295-1304) zamanında Müslümanlığı kabul ettiler. Aslında bu bölgede(Iran'da)İslam zaten yaygındı. Bunla anlatılmak istenen idarecilerin görüş değişikliğidir; ancak ilhanlı yöneticilerin tam anlamıyla İslamı seçtikleri söylenemez ancak bölgedeki halkın Müslüman olması fikir değişikliğini kısmen de olsa sağlamıştır diyebiliriz yine de İlhanlıların Iran topraklarındaki Müslüman çoğunluğu baskı altında yaşıyordu. Çünkü İlhanlı yöneticiler gelişmekte olan Tibet Budizmi ve Diofizit'i (Nasturilik) teşvik ediyorlardı.
Gazan 1295'de Nevruz'un desteğiyle kuzeni Baydu'yu devirdi.[4] Yardımının karşılığı olarak Nevruz, Gazan'ı Müslümanlığı kabul etmeye razı etti. İslam'a girmesiyle beraber Gazan, adını Mahmud olarak değiştirdi. Ancak çeşitli kaynaklar Müslüman olmasına rağmen Moğol Şamanizmini sürdürdüğünü ve Tengri'ye taptığını belirtirler. Gerçekten de Gazan hatır uğruna Müslüman olmuştu. Moğol şamanların İlhanlı İmparatorluğunda kalmalarına izin verilmiş ve nüfuzları hem Gazan hem de onun halefi Ulcaytu saltanatında devam etmiş, ama daha sonra gerilemeye yüz tutmuşlardır.[5] Bundan önce Budizm'i benimsemişlerdi ve Müslümanlar'a karşı Hıristiyanlarla ittifak kurmak istiyorlardı. 14. yüzyılın başlarında çıkan iç karışıklıklar sonucu İlhanlılar parçalandı (1336). İlhanlı topraklarının Azerbaycan bölümünde Çobanoğulları, geriye kalan büyük bölümü üzerinde ise Celâyirliler Devleti kuruldu.
SULTAN GENÇ OSMANIN YENİLİK HAREKETLERİ
Sultan Genç Osman, Lehistan seferindeki başarısızlığının sebebi olarak askerin gayretsizliğini görüyordu. Askeri alanda bazı yenilikler yapma fikri böylece gelişti. İşe Kapıkulu Ocakları ile başladı. Yaptırdığı sayımda, asker sayısının maaş defterindeki kişi sayısından az olduğunu anlayınca fazladan para vermeyi kesti. Bu durum da, daha önce fazladan gelen paraları kendi ceplerine atan zabitlerin, Sultan Genç Osman'a düşman olmalarına yol açtı.
Sultan Genç Osman; her şeyin farkındaydı, ancak tecrübesiz olması yüzünden istediği yenilikleri yapamıyordu. Anadolu, Mısır ve Suriye'den gelen askerlerden oluşacak yeni bir ordu kurmak istiyordu. Aynı zamanda saray, harem ve ilmiye teşkilatlarını yeniden kurmak, yeni kanunlar çıkarmak gibi yenilikçi düşünceleri de vardı. Kapıkulu Ocakları bu durumdan rahatsızdı ve bunu belli etmekten kaçınmıyorlardı. Şeyhülislam Es'ad Efendi'nin başında bulunduğu ilmiye sınıfı ise fikir belirtmiyordu.
Sultan Genç Osman'ın Halep, Erzurum, Şam ve Mısır Beylerbeylerine asker yazdırmak için gizli bir irade gönderdiğinin sarayda adamları olan yeniçeriler tarafından öğrenilmesi, bardağı taşıran son damla oldu. Sultan Genç Osman asker toplamak için Anadolu'ya bizzat kendisi gitmek istiyordu. Bu arada İstanbul'a, Dürzi lider Maanoğlu Fahreddin'in Lübnan'da bir isyan çıkardığı haberi geldi. Sultan Genç Osman bunu bir fırsat bilerek, isyanı bastırmak için Anadolu'ya gideceğini söyledi. Ancak Sadrazam Dilaver Paşa ve Şeyhülislam Hocasadettinzade Mehmet Esat Efendi, koskoca padişahın küçük bir isyan için Anadolu'ya gitmesine gerek olmadığını söyleyerek, Sultan Genç Osman'ın Anadolu'ya geçmesini engellemeye çalıştılar. Başka bir çaresi kalmayan Sultan Genç Osman, hacca gideceğini ilan etti. Daha önce hiçbir padişah hacca gitmemişti. Sadrazam Dilaver Paşa ve Şeyhülislam Es'ad Efendi çok uğraştılarsa da Sultan Genç Osman fikrinde kararlıydı. Padişahın geçeceği güzergah üzerindeki vilayetlerin beylerbeyleri haberdar edildi ve hazırlık yapmaları istendi. Sultan Genç Osman'ın yanında 500 yeniçeri ve sipahi olacak, geri kalan asker İstanbul'un korunması için İstanbul'da kalacaktı. Sadrazam, defterdar, nişancı, rikab ümerası, gedikliler, 40 müteferrika ve 40 divan katibinin da hac kafilesinde yer alması planlamıştı.
BELGRADIN FETHİ
 Macaristan Krallığı'nın elinde bulunan Belgrad'ın (o dönemdeki adı Nándorfehérvár) temmuz 1521'de, Osmanlı İmparatorluğu tarafından kuşatılmasıyla başlayan ve 29 Ağustos 1521'de fethiyle sona eren süreç.
1520 eylülünde I. Süleyman'ın Osmanlı Padişahı olmasının ardından Macaristan Kralı II. Lajos'a gönderdiği elçinin hakaret görmesi veya katledilmesi ve Macar kuvvetlerinin Knin'i ele geçirmesi üzerine Süleyman, Belgrad üzerine sefer düzenlemeye karar verdi. 18 Mayıs 1521 tarihinde Belgrad üzerine sefere çıkan Süleyman'ın önderliğindeki Osmanlı Ordusu, bir ay kadar süren kuşatma sonrasında aldığı Belgrad'ın yanında Böğürdelen, Zemun ve Salankamen şehirlerini Osmanlı topraklarına kattı.
Macaristan Krallığı'nın elindeki Belgrad, 1456 temmuzunda Osmanlı Padişahı II. Mehmed tarafından kuşatılmış; ancak kuşatma başarısızlıkla sonuçlanmıştı.İki devlet arasında bu kuşatmanın ardından büyük bir çatışma yaşanmadı. Padişah I. Selim'in Mısır seferi sırasında Macaristan Kralı yönetimindeki ordu, İzvornik üzerine yürüyerek, Sancak Beyi Mustafa Bey'i öldürdü.Ancak I. Selim, bu olaya karşı herhangi bir şey yapamadan, eylül 1520'de vefat etti.
I. Selim'in ardından Osmanlı Padişahı olan I. Süleyman, tahta geçtiğini haber vermek üzere Macaristan Kralı II. Lajos'a gönderdiği Behram Çavuş'un hakaret görmesi veya katledilmesi ve Macar kuvvetlerinin Bosna Sancağı'na bağlı Knin'i ele geçirmesi üzerine Belgrad üzerine sefer düzenlemeye karar verdi.
Macaristan'a karşı yapılacak seferde, Karadeniz'in Tuna nehrine kadar olan kısmının fethi için Danişmend Reis görevlendirilirken; Mihaloğlu Mehmed Bey, Turahanlı ve Bosna Beyi Yahya Paşazade Bali Bey kumandanlarındaki akıncılar da öncü olarak Macaristan içine sevkedildi.Öte yandan Sadrazam Piri Mehmed Paşa komutasındaki tımarlı sipahilerin Belgrad üzerine gönderilip, Tuna'nın sağ tarafından ilerleyerek şehri uzaktan kuşatması kararlaştırıldı.Buna ek olarak da elli kadar gemiyle Tuna üzerine kuşatma için gerekli malzemeler gönderildi.
Süleyman komutasındaki Osmanlı Ordusu, 18 Mayıs 1521 tarihinde İstanbul'dan ayrılarak Belgrad üzerine sefere çıktı. Bu ordudan ayrılan üçüncü vezir Ahmed Paşa komutasındaki kuvvetler, 7 Temmuz'da Böğürdelen'i ele geçirdi.Sonrasında buraya gelen Süleyman, kalenin genişletilmesini ve bir de iç kale yapılmasını istedi.Öte yandan Piri Mehmed Paşa tarafından görevlendirilen Semendire Sancak Beyi Sultanzade Hüsrev Bey Tuna'nın sol yakasındaki Zemun'u alırken, ikinci vezir Çoban Mustafa Paşa komutasındaki birlikler de Salankamen'i ele geçirdi.
Sadrazam Piri Mehmed Paşa komutasındaki kuvvetler, yaklaşık bir ay Belgrad'ı kuşattı.8 Ağustos 1521 tarihinde dış kaleye giren Osmanlı güçleri, 29 Ağustos 1521 tarihinde iç kaledekilerin teslim olmasıyla şehir Osmanlı egemenliğine girdi.
Şehirde yaşayan halkın bir kısmı Macaristan'a giderken, aslen Sırp olanlar İstanbul'a nakledilerek Yedikule civarına yerleştirildi.Belgrad Kalesi ise yaklaşık 200 topla güçlendirilirken, kalenin korunması için Bosna Sancak Beyi Yahya Paşazade Bâli Bey tayin edildi.Boşalan Bosna Sancağı'nın yönetimi ise Gazi Hüsrev Bey'e bırakıldı.
Fetih hakkında Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu'nun İstanbul elçisi; "Belgrad'ın ele geçirilmesi, Macaristan Krallığı'nın çöküşüne sebep olan olayların başlangıcıydı. II. Lajos'un ölümü, Budin'in ele geçirilişi ve Transilvanya'nın işgaliyle devam eden süreçte Macaristan İmparatorluğu yıkılmış ve diğer ülkeleri de benzer sonu yaşayacağına dair bir korku sarmıştı." şeklinde yorum yapmıştı.