Translate

15 Mart 2014 Cumartesi

VEZİR-İAZAM PARGALI İBRAHİM PAŞANIN ÖLÜMÜ
Makbul İbrahim Paşa'nın ölümüyle ilgili pek çok neden öne sürülmektedir. Avusturya'yla 1533 yılında yapılan barış görüşmeleri sırasında elçilere devletin kudretinden bahsettikten sonra kendi gücünü şöyle vurgulamıştır:
Bu büyük devleti idare eden benim; her ne yaparsam, yapılmış olarak kalır, zira bütün kudret benim elimdedir; memuriyetleri ben veririm, eyaletleri ben tevzi ederim; verdiğim verilmiş, reddettiğim reddedilmiştir. Büyük padişah bir şey ihsan etmek istediği yahut ihsan ettiği zaman bile eğer ben onun kararını tasdik etmeyecek olursam, gayr-i vaki gibi kalır; çünkü her şey; harb, sulh, servet, kuvvet benim elimdedir.
Bu sözlerle İbrahim Paşa'nın iktidar hırsının hangi boyutlara ulaştığı anlaşılmaktadır. Paşa özellikle Irakeyn Seferi sırasında padişahtan kendisini soğutmaya başlamıştır. Defterdar İskender Çelebi'yi idam ettirmesinin padişahı ondan soğutan nedenlerden birisi olduğu düşünülür. Ayrıca İbrahim Paşa ile ilgili kendisine hediye olarak gönderilen Kur'anları kabul etmediği, Hristiyanlık inancını taşıdığı, eşiyle ilgilenmediği, bazı cinayetleri sakladığı ve Doğu seferleri sırasında boş yere harcamalar yaptığı söylentileri yayılmıştı.
Pek çok tarihçi, yabancı elçilerin İbrahim Paşa’yla görüşmelerine ilişkin hazırladıkları raporlarından yola çıkarak onun iktidar hırsıyla pek çok kararı kendi başına buyruk verdiği savında bulunmaktadır.[7] Bu nedenle, 1536 yılında gücünden kaygılanan Kanuni Sultan Süleyman'ın emri ile öldürüldüğü iddia edilmektedir. Ayrıca Makbul İbrahim Paşa'nın Hürrem Sultan'ın oğlu olmayan Şehzade Mustafa'yı desteklemesinden dolayı ölümünde Hürrem Sultan'ın da büyük bir rol oynadığı rivayet edilir.
İbrahim Paşa, Fransızlara verilecek olan kapitülasyonlarla ilgili çalışmalarını yürütürken, 14-15 Mart gecesi iftar için saraya davet edildi. İftardan sonra dört dilsiz cellat tarafından boğuldu. Daha önce Makbul olarak anılırken, ölümünden sonra Maktul olarak anıldı. İbrahim Paşa'nın ölümüyle Fransızlara verilecek olan kapitülasyon antlaşması taslak halinde kaldı ve yürürlüğe girmedi.

14 Mart 2014 Cuma

KAYZER ÜNVANI
Roma ve Doğu Roma (Bizans) imparatorlarına verilen Caesar (Yunanca: καισαρ, kaisar) unvanının İslam ülkelerinde kullanılan biçimidir. Osmanlı sultanları II. Mehmet'ten başlayarak resmi sıfatları arasında Kayser-i Rum unvanını da kullanmışlardır.
Caesar asıl olarak Romacognomen). Caesar'ın manevi oğlu olan ilk Roma İmparatoru Octavianus Augustus, onursal bir unvan olarak Caesar lakabını benimsemiştir. Daha sonraki Roma imparatorları da Caesar ve Augustus unvanlarını bir arada kullanmışlardır.

'lı devlet adamı Caius Julius Caesar'ın (MÖ 100-44) lakabıdır (
Rus hükümdarları, Caesaradının Rusça biçimi olan tsar (Rusça: цар, çar) unvanını 1453'te İstanbul'un Türkler tarafından fethinden kısa bir süre sonra benimsemişlerdir. Adlandırmanın amacı, Osmanlı sultanlarının Rum kayserliğine varis olma iddiasına karşı koymak ve Bizans tahtının mirasında hak iddia etmektir.
Kutsal Roma Germen İmparatorluğu (961-1804), Avusturya İmparatorluğu (1806-1918) ve Alman İmparatorluğu (1871-1918) da Latince Caesar ve Almanca Kaiser unvanlarını kullanmıştır. Özellikle son Alman imparatoru II. Wilhelm (1888-1918), Kaiser unvanını ön plana çıkarmıştır. Türkçe kullanımda Alman imparatorunun lakabı çoğu zaman kayzer, eski Rum ve Osmanlı hükümdarlarının lakabı ise kayser imlasıyla yazılır.
Kayseri kentinin adı Latince Caesarea, Yunanca καισαρία (kaysaria) adının Arapça biçiminden (kayseriyye) Türkçeleştirilmiştir.
KADİFE DEVRİMİ
17 Kasım-29 Aralık 1989'da Çekoslovakya'da meydana gelen kansız bir devrimdir. Sonucunda, Komünist yönetim düşürülmüştür.Eski Çekoslovakya'da 1989'da yapılan Kadife Devrimin öncülerinden olan Václav Havel, Çek Cumhuriyeti'nde 1990'da yapılan ilk serbest seçimlerde cumhurbaşkanı oldu.
17 Kasım'da, Prag'da barışçıl bir öğrenci ayaklanması, polis tarafından bastırıldı. Bu olay, diğer ayaklanmaları tetikledi, ve 20 Kasım'da 200.000'den yarım milyona çıktı. Son olarak, tüm Çekoslovakya vatandaşlarının katıldığı 2 saatlik bir ayaklanma 27 Kasım'da düzenlendi.
AKTİUM SAVAŞININ SONUÇLARI
Jül Sezar'ın MÖ 44 yılında öldürülmesinden sonra, evlatlık oğlu Octavian ve generalleri Marcus Antonius ile Marcus Aemilius Lepidus triumvir denen bir lider üçlüsünü oluşturmuştu. Bu üçlüden Lepidus, MÖ 36 yılında Sextus Pompeius'a karşı Siçilya'da yürütülen askeri harekatlar sonucu siyasi açıdan gücünü yitirince, devam eden yıllarda imparatorluğun batısına hükmeden Octavian ile doğuyu kontrol eden Antonius arasında gittikçe büyüyen çekişmeler meydana geldi. Antonius, ailesine imparatorluğun bazı kısımlarını vereceğini vaat ettiği, Mısır kraliçesi Ptolemaioslu Kleopatra uğruna daha önce triumvirin pekişmesi için evlendiği Octavian'ın kızkardeşi Octavia'dan ayrıldı. Octavian, Antonius'un kendini yeni Dionysos ilan ettiği hellenistik doğudaki davranışlarını propaganda amaçlı olarak alenen kınıyordu, böylece Roma senatosu ile Roma halkı da Antonius'a muhalefet almaya başlamıştı. Bu koşullar altında senatonun triumvirliğin uzatılmasına karar vermesi artık söz konusu değildi. Octavian'ın MÖ 32 yılında güç gösterisi yaptığı bir olayın üzerine senatörlerin bir kısmı görevdeki iki konsülle birlikte Roma'yı terk ederek Antonius ve Kleopatra'nın yanına, Efes kentine gitmesi üzerine, olaylar kesin olarak patlak vermeye başladı.
Triumvirliğin sonunu teşkil edecek çatışma antik Yunanistan'da meydana geldi. MÖ 31 yılının başında, Octavian'ın kahramanlığıyla ünlü admirali Agrippa İyon Denizini geçerek Methoni deniz üssünü fethedip Marcus Antonius'un güçlerini Korfu adasından kovarak Antonius'un ordusunu meşgul ederek Sezar varisinin 80 bin asker ve 12 bin atlıdan oluşan ordusuyla herhangi bir engele takılmadan Yunan kıyılarına çıkarma yapabilmesini ve birkaç gün içinde Epirus'taki Toryne kentine ulaşabilmesini sağladı. Octavian'ın ordusu, bir Yunan liman kenti olan Aktium (Latinleştirilmiş hali: Action) yakınındaki Ambraka körfezinde toplanmış olan düşman gemilerin büyük kısmının etrafını sarmayı başardı. Rakibinin hızlı ilerlemesini beklememiş olan Marcus Antonius, takviye yollarının kesilmesi nedeniyle kısa süre içinde gıda sıkıntısı ile mücadele etmek zorundaydı ve ayrıca firar sonucu çok sayıda asker kaybetti. Karşı rakibine birkaç kez kara muharebesi yapmayı teklif ettiyse de bu yöndeki teklifleri hep reddedildi.
ÜÇÜNCÜ YÜZYIL KRİZİ
("Askerî Anarşi veya "İmparatorluk Krizi" olarak da adlandırılır) 235 ve 284 yılları arasında Roma İmparatorluğu'nun aynı anda gerçekleşen üç krizin sonucunda harap olduğu ve neredeyse yıkılmanın eşiğinde geldiği döneme verilen addır. Bu krizler dış istilalar, iç savaş ve ekonomik çöküştür. Kurumlar, toplum, ekonomik hayat ve en son olarak da dinde yaşanan değişimler o kadar derin ve temeldendi ki "Üçüncü Yüzyıl Krizi" giderek klasik antikite ile Orta Çağ ya da geç anitikiteyi birbirinden ayıran dönem olarak görülmektedir.
Yaklaşık yarım yüzyıllık bu dönemde her biri tek başına imparatorluk için bir tehdit oluşturan üç kriz biraraya geldi: dış isitilalar, iç savaşlar ve kontrolden çıkmış hiper enflasyon yaşayan bir ekonomi. Normal şartlarda son ermesi gereken imparatorluk bir dizi sıkı asker imparator, Diocletianus'un 284 yılında imparatorluğu ikiye ayırma girişimi ve diğer reformlar sayesinde varlığını sürdürmüştür.
Bu dönemde imparatorluğun başına kabaca 20-25 kişi gelmiştir ancak gerçek sayı bir tartışma konusudur zira birçok kimse aynı anda tahta talip olmuştur. Bunların çoğu ortalama yalnızca iki, üç sene hüküm süren imaparatorluğun tümünde ya da bir bölümünde iktidarı ele geçiren ve savaş yenilgisi, suikast veya ölüm sonucu iktidarı kaybeden öne çıkmış generallerdi.
İMPARATORİÇE HELENA
Helena'nın doğumyeri kesin bilinmemektedir. 6. yüzyıl tarihçisi Prokopius, Helena'nın Küçük Asya'da bulunan Bithynia eyaletinin Helenopolis şehrinin yerlisi olduğunu söyler. Oğlu I. Konstantin, 330 yılında annesinin ölümünden sonra bu şehrin adının "Helenopolis" olarak değiştirmiştir, bu eylem doğduğu yerin orası olduğuna dair inancı kuvvetlendirmektedir.Bizans uzmanı Cyril Mango, Konstantin'in bu şehri Helena'nın adını vererek onurlandırıp yeniden kurarken başka bir amacı olduğunu iddia eder: Yeni başkent Konstantinopolis şehrinin etrafındaki iletişim şebekesini güçlendirmek. Ayrıca Filistin'de bir Helenopolis (modern Daburiyya) ile Lidya'da bir tane vardır. Bu şehirler ve Pontus eyaletindeki Helenopontus vilayeti isimlerini muhtemelen Konstantin'in annesinden almaktadırlar.
Piskopos ve tarihçi Kayserya'lı Eusebius, Filistin'den 80 yaşında döndüğünü belirtir. Bu seyahat 326 ile 328 yılları arasında olduğuna göre, Helena muhtemelen 248 ile 250 yılları arasında doğmuştur. Hayatının erken dönemleri hakkında bilinenler çok azdır.4. yüzyıl kaynakları, tarihçi Eutropius "Breviarium ab Urbe condita" ("Roma Tarihi") adlı eserinde, düşük seviyeden geldiğini kaydeder. Aziz Ambrose, Helena'yı stabularia ("kadın hizmetçi", "Otel hizmetçisi") olarak adlandırır. Aziz Ambrose, bu gerçeği erdem olarak sunar ve Helena'ya bona stabularia ("iyi kadın hizmetçi") ismini verir.Diğer kaynaklar, özellikle Konstantin'in İmparator olarak ilan edilmesinden sonra yazılanlar, Helena'nın geçmişini göz ardı ya da ihmal ederler.
Konstantius Chlorus ile ilk ne zaman tanıştığı bilinmemektedir.Tarihçi Timothy Barnes, Konstantius, İmparator Aurelian'a hizmet ederken, Zenobia'ya karşı yaptığı savaşta Küçük Asya'da kalırken tanıştıklarını önerir. Barnes, Aurelian'ın hamilerinden birinin mezar taşına dikkat çekerek, imparatorun 270 yılından hemen sonra Bitinya eyaletinde olduğunu belirtir.Konstantius ve Helena arasındaki ilişkinin yasal yönü de bilinmemektedir. Bu noktada kaynaklar muğlaktır, bazıları Helena'yı Konstantius'un "karısı", bazıları ise "concubine" (cariye) olarak adlandırır. Aziz Jerome, bu muğlak terminoloji nedeniyla kafası karışıp her ikisini de eserlerinde kullanmıştır. Jan Drijvers gibi bazı yazarlar, Konstantius ile Helena ilişkisinin kanun önünde geçerli olmayan ama gerçekte ortak yaşanılan bir Resmî nikâhsız birliktelik olduğunu iddia eder.Timothy Barnes gibi diğerleri Konstantius ile Helena ilişkisinin, resmi evliliğin daha güvenilir olduğunu iddia eden kaynaklar temelinde, kanuni bir beraberlik olduğunu iddia eder.
Helena, geleceğin imparatoru I. Konstantin'i 270 yılından hemen sonra belirsiz bir yılın 27 Şubat'ında doğurmuştur.(muhtemelen 272 yılı civarında).Doğumu, Naissus (Niš, Sırbistan) şehrinde yapmıştır. Konstantius, 289 yılında önce bir zaman, Maximian'ın kızkardeşi Theodora ile evlendiğinde, Helena'dan boşanmıştır.(Hikayesel kaynaklar evliliğin yılını, 293 olarak gösterir fakat "Panegyrici Latini" isimli kaynak, çiftin 289 yılında zaten evli olduğunu yazar.)Helena tekrar evlenmemiş, annesine karşı derin bir saygı ve sevgi duyan tek oğluna yakın bir şekilde meçhul bir hayat yaşamıştır.
Konstantin, Konstantius'un ölümünden sonra Konstantius'un birlikleri tarafından Roma İmparatorluğu'nun Augustus'u olarak 306 yılında ilan edilmiştir. Bu olaydan sonra Helena, kamusal alana ve imparatorluk sarayına geri dönmüştür. 325 yılında Augusta ünvanı almış ve 330 yılında ölmüştür. Helena'nın lahiti Vatikan müzesinde görülebilir. Bağlantı sıklıkla sorgulansada, yanındaki lahitte kız torunu Azize Konstantina (Azize Konstans) yatmaktadır. Özenle hazırlanmış rölyeflerde avcılık sahneleri yer alır. Helena hayatı boyunca fakirlere hediyeler vermiş, mahkumları serbest bırakmış ve mütevazı elbiselerle sıradan dindarların arasına karışmıştır.
LAKAP VE ÜNVANLARIN KALDIRILMASI İLE BİR ANI
Atatürk’ün toplumsal alanda yapmış olduğu devrimler (İnkılaplar)arasında bulunan “Lâkap ve Unvanların Kaldırılması (26 Kasım 1934)” hakkında anı.
Bay – Bayan
Atatürk, bir gün o zamana kadar kullanılmaya alışılmış olan “Bey, efendi, hanım, hanımefendi, paşa hazretleri” gibi unvanları kaldırmak için bir yasa taslağını meclise vermişti. Bu sıralarda “BAYÖNDER” adındaki piyesin düzeltilmesiyle uğraşmaktaydı.
Atatürk, Bayönder’i bir kez okuduktan sonra ikinci kez gözden geçiriyordu. Yanındakilere bir ara:
- Bay ne demektir? Biliyor musunuz? dedi. Kişi, saygıya layık insan demektir. Bundan sonra çeşitli zümrelerine ayrı ayrı seslenmeyeceğiz. Erkeklere “Bay” kadınlara “Bayan” diyeceğiz.
Hazır bulunanlardan biri:
- Peki, bayan hem madam hem de matmazel karşılığı mı olacak? diye sordu.
Atatürk:
- Bir kadını evlenmeden önce ve sonra iki insan saymak ortaçağ zihniyetidir, dedi. Bugün uygarlık dünyası böyle bir ayırımdan dönmüştür.
Sonra eline kalemi aldı. Bayönder’in birinci sayfasına şu cümleyi yazdı.
“Genel olarak erkek için Bay, kadın için Bayan kullanılacak bey, efendi, hanım kalkacak.”
Ertesi günü meclisten çıkan bir yasa tüm unvanları kaldırıyordu. Bay ve Bayan’a gelince. Atatürk:
- Bunu kanunla emretmeye gerek yok. Bu benim teklifim olarak kalsın. Kararı zaman ve millet verir.