Translate

12 Mart 2014 Çarşamba

FRANSA CUMHURBAŞKANI ALBERT LEBRUN
(d. 29 Ağustos 1871 - ö. 6 Mart 1950), Fransa'da Üçüncü Cumhuriyet'in 14. ve son cumhurbaşkanı (1932-1940).
Bir maden mühendisi olan Lebrun, Nancy Lisesi ve Politeknik Okul'da ve Ulusal Madencilik Yüksekokulu'nda öğrenim gördü. 1900'de Lorraine milletvekili, 1920'de senatör, 1931'de de senato başkanı seçildi. Aynı dönemde sömürgeler bakanı (1911-1913,1913-1914), savaş bakanı (1913), abluka ve kurtarılmış bölgeler bakanı (1917-1919) olarak da görev yaptı.
Ilımlı bir muhafazakar olan Lebrun 10 Mayıs 1932'de cumhurbaşkanı seçildi.Bunun başlıca nedeni, tüm hiziplerin üzerinde uzlaşabildiği bir aday olmasıydı. Arabulucu ve birlik simgesi olarak hem sağ, hem de sol hükümetlere kolayca uyum sağladı. Bakanların atanması ya da hükümet politikaları üzerinde siyasi nüfuzunu pek ender kullandı. 15 Nisan 1939'da yeniden cumhurbaşkanı seçildi.
II. Dünya Savaşı sırasında, Fransa'nın durumu kötüleşince Lebrun hükümetin Almanya ile ateşkes imzalanmasına yol açan Haziran 1940 kararlarına uydu.Ama kendi tercihi bir sürgün hükümetinin başına geçmekti. Temmuzda, Vichy'de Mareşal Philippe Petain'in devlet başkanı olmasını sağlayan anayasa değişikliklerine de razı oldu. Grenoble yakınında Vizille'e çekildi. Daha sonra, 15 Temmuz Vizille (Isère) kaçtı. Almanlar tarafından 27 Ağustos 1943 tarihinde yakalandı. 10 Ekim 1943'te kötü sağlığı nedeniyle Vizille'ye dönmesi için izin verildi ama sürekli gözetim altında tutuldu. Daha sonra Almanlar tarafından Tirol'de Itter'de hapsedildi (1943-1944). Alman işgali sona erdikten sonra General Charles de Gaulle'ü geçici hükümetin başı olarak kabul etmekle siyasi kariyerine de son vermiş oldu. Otobiyografisi Temoignage'da (1945; Tanıkılık) başından geçen karmaşık olaylara açıklık getirmeye çalıştı. Uzun süren bir hastalıktan sonra 6 Mart 1950'de Paris'te Pnömoni'den öldü.
KIRIM SAVAŞININ SEBEPLERİ
Rusya, 1853 yılından itibaren Kavalalı Mehmet Ali Paşa bunalımı sırasında takip ettiği zayıf bir Osmanlı Devleti üzerinde etki alanı kurma politikasını bırakarak, bu devleti yıkma politikası takip etmeye başladı. Bunu gerçekleştirebilmek için de kutsal yerler sorununu kullandı. Osmanlı Devleti, Hıristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs ve çevresinde Katolik ve Ortodoks cemaatlerine çeşitli ayrıcalıklar tanımıştı. 1853 yılına gelindiğinde ayrıcalıklar konusunda Rusya ile Katolikliğin dünya çapında savunuculuğunu yapan Fransa çatışmaya başladılar. Bu durumu bahane eden ve asıl amacı "Hasta adam" gözüyle baktığı Osmanlı Devleti'ne ve onun bekasına son vermek isteyen Rusya, Birleşik Krallık'a mirasın paylaşılması teklifinde bulundu. Ancak, çıkarları gereği Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünün muhafazasından yana olan Birleşik Krallık bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine Rusya, tek başına harekete geçerek, Osmanlı Devleti'ne bir ittifak teklifinde bulundu ve bu devletin sınırları içinde yaşayan Ortodoksların koruyuculuğunun Rusya'ya bırakılmasını önerdi. Osmanlı Devleti Britanyanın da desteğine güvenerek Rus isteklerini reddetti.
Bu bağlamda gelişen Osmanlı Devleti-Rusya gerginliği, Birleşik Krallık başta olmak üzere Avrupa devletlerinin de ilgisini çekmekte gecikmedi. Birleşik Krallık hükümeti, 1853'te yaşanan gerilim sırasında Rusya'ya karşı Osmanlı Devleti'ni destekleme politikasını benimsedi. Bu tercih, Osmanlı Devleti'ne destek olma isteğinin ötesinde, Avrupa'daki güç dengelerini yeniden tanımlama amacı taşıyordu. Avusturya İmparatorluğu'na karşı 1848 yılında başlayan Macar ayaklanmasının Rusya'nın yardımıyla kanlı bir şekilde bastırılması, bu dönemde Rusya'nın Avrupa'da artan bir şekilde güç kazanmasının göstergesi olarak yorumlanmıştı. Birleşik Krallık, bu ve benzer nedenlerle Avrupa'daki güç dengesinin kendi aleyhine bozulmasını engellemek istiyor, bu amaç doğrultusunda Rusya'nın güçlenmesinin önüne geçmeye çabalıyordu. Bunun yanında, Osmanlı Devleti'nin dağılması Rusya'nın topraklarını güneye doğru genişletmesi anlamına gelecekti; bu durum Birleşik Krallık'ın Asya'daki kolonilerine (özellikle Hindistan'a) ulaşmasını zorlaştıracaktı.
Fransa Rusya'nın Avrupa güçler dengesinin dışında tutulması konusunda Büyük Britanya hükümetiyle benzer bir politika izliyordu. Rusya'ya bağlı olan Polonya topraklarında yeniden bir bağımsız Polonya kurulması ve bu bağımsız devletin Fransa'nın müttefiki olması olasığı da Fransa'yı Rusya'ya karşı cephe almaya teşvik ediyordu. Bu ve benzer nedenlerle, Rusya'ya karşı girişilebilecek bir müdahale, Fransa'yı Avrupa'da yeniden üstün duruma getirebilirdi. Bu nedenlerle Fransa, Osmanlı Devleti-Rusya geriliminde, tıpkı Birleşik Krallık gibi, Osmanlı Devleti'nden yana bir tutum takındı.
Prusya başta olmak üzere merkezi Avrupa devletleri bu düşüncelere karşıydı. Özellikle Avusturya, savaş sonunda yapılacak antlaşmadan ve ortaya çıkacak yeni statükodan endişeli idi.
ÇARİÇE ALEKSANDRA FYODOROVNA
(6 Haziran 1872, Darmstadt, Almanya-17/18 Temmuz 1918, Yekaterinburg, Rusya), Rus çarı II. Nikolay'ın eşi. Kocasının I. Dünya Savaşı sırasında Rus ordularının başında bulunduğu dönemde, ülkedeki kötü yönetimiyle Mart 1917'de çarlık hükümetinin devrilmesini hızlandırmıştır.
Kraliçe Victoria'nın büyük torunu ve Hessen-Darmstadt dükü VI. Ludwig'in kızıydı. 1894'te, geleceğin çarı Nikolay ile evlenerek kısa zamanda onu etkisi altına aldı. Sarayda fazla sevilmediği için, avuntuyu mistisizme yönelmekte buldu. Ortodoksluğu bağnaz bir biçimde benimsemişti, mutlakiyetçi yönetime inanıyordu. Bu nedenle Nikolay'ı, 1905'te uygulamaya konan reformlarla kısıtlanmış mutlak gücüne yeniden kavuşturmayı kendine kutsal görev bildi. 1904'te Prens (çareviç) Aleksey doğdu. Daha önce dört kız doğurmuş olan Aleksandra, hemofilili olarak doğan oğlunun üzerine titriyordu. Bu yüzden, hipnotizma gücüne sahip, sefih bir “kutsal kişi” olan Grigori Yefimoviç Rasputin'e başvurdu. Sinirli kişiliği ve batıl inançları yüzünden, keramet taslayan şarlatan papaz Rasputin'in etkisi altına girdi ve onu saraya kabul ettirdi; ona, tahtı ve Rusya'yı kurtarmak üzere Tanrı'nın gönderdiği bir aziz ve imparatora sadık kaldığına inandığı basit halkın sesi sayarak çok büyük bir saygıyla bağlandı. Rasputin'in saraydaki etkinliği halkın büyük tepkisini çekiyor, ama Aleksandra her türlü eleştiriyi susturuyordu. Ağustos 1915'te Nikolay cepheye gidince, Aleksandra başarılı bakanları görevlerinden uzaklaştırarak yerlerine Rasputin'in önerdiği değersiz kişileri getirdi. Sonuçta hükümet felce uğradı, yönetim saygınlığını yitirdi; halk Aleksandra'nın Alman ajanı olduğunu sanmaya başladı. Aleksandra ise yaklaşmakta olan büyük değişiklik belirtilerinden, hatta Rasputin'in öldürülmesinden bile etkilenmedi.
Aleksandra ile Nikolay, Mart 1917'de tutuklandı. 1917 Ekim Devrimi'nden sonra, önce Tobolsk'a, sonra da Yekaterinburg'a sürüldü. Orada kocası ve çocuklarıyla birlikte Bolşevikler tarafından önce hapsedildiler, ardından kurşuna dizildiler. Öldürülmelerinden sonra cesetleri Yekaterinburg'un kuzeyinde ormanlık araziye gömüldü. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra 1990'ların başına kadar gizli tutulan kayıtlardan yola çıkılarak Aleksandra ile kocası ve üç kızının cesetlerine ulaşıldı. 1998 yılında Petersburg'da defnedildiler.
OSMANLIYA TAHAMMÜL EDEMEYEN RUS ÇARI İNTİHAR ETTİ
Rus Çarı I. Nicolas, Osmanlı'nın zafer üstüne zafer kazandığını duydukça kahroluyordu
İslâm'ın bu amansız düşmanı, Osmanlı devletinin hasta yatağına düştüğünü söylemiş ve "hasta adamın" mirasından pay almak için alelacele savaş açmıştı. Fakat hesapları tutmamıştı. Hasta dediği Osmanlı Devleti dimdik karşısındaydı ve Rus ordularına darbe üstüne darbe indiriyordu.
Osmanlı ordusu ilk önce 5 Kasım 1853'te Rus ordusunu bozguna uğratmıştı. Bu savaşta 1200 Rus askeri ölmüştü.
5 Ocak 1854'te Rus orduları Çatana'da büyük bir bozguna uğramıştı.
17 Nisan 1854'te Vidin'in karşısında ve Tuna üzerinde bulunan Kalafat'taki çarpışmalar da yine Osmanlı ordusunun zaferiyle neticelenmişti.
8 Temmuz 1854'te Yerköyü muharebesinde Rus ordusu müthiş bir bozguna uğramıştı. Bu savaşta da altı bin Rus askeri ile iki generali ölmüştü.
20 Eylül 1854'te Alma muharebesinde Rus ordusu 6-7 bin ölü ile yüzlerce yaralı ve 600 esir vererek büyük bir bozguna uğramıştı.
5 Kasım 1854 İnkerman savaşında da Rus ordusu bozguna uğramıştı. Bu savaşta Rus ordusunun kaybı, 10 bin asker, 850 esirdi.
Son olarak ta Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa'nın Gözleve'de Rus ordularını dört saatlik bir süngü harbi neticesinde perişan etmesi Çarı yıkmıştı.
Çar Nicolas (Nikola)'ın sinirleri bozulmuş, âdeta çılgına dönmüştü. Devamlı sayıklıyor, çırpmıyordu. Ne yaptığını bilemez hale gelmişti.
Çarın sık sık başını yumrukladığım gören doktorlar ona hiçbir şeye üzülmemesini, istirahat etmesini söylemişlerdi. Fakat Nikola ne uyuyabiliyor, ne de oturabiliyordu. Durmadan sarayda dolaşıyordu.
Nikola bir gün gece yansı, doktorunu çağırttı. Doktor Çarın kendisini istettiğini duyunca müthiş korkmuştu. Çünkü Çarın ne zaman ne yapacağı belli olmazdı. Keyfi için pek çok insanı ölüme göndermişti.
Korka korka Çarın yanma giden doktor, Nikola'yı odanın içerisinde dört dönerken buldu. "Dayanamayacağım! dayanamayacağım!" diye bağırıyordu. Gözü doktora ilişince üzerine seğitti ve yakasından tutarak, "bana öyle bir zehir vereceksin ki, içeni anında öldürecek!" dedi. Doktor şaşırmıştı, ilk önce itiraz edecek oldu, fakat Çarın hırsla açılmış gözlerini görünce ürktü. Çar, "Hemen bu gece istiyorum. Derhal getireceksin!" demişti. Başka çare olmadığını gören doktor gidip zehiri getirdi.

Aylardan beri bozgun haberleriyle kahrolan Çar, zehri doktorun elinden kaptı. Artık düşünmek istemiyordu. Yaşamak istemiyordu. Şişedeki zehri başına dikerek hepsini içti.

Doktor sapsapı bir yüzle Çara bakıyordu. Zehri içen Çar'ın gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Ağzından boğuk boğuk sesler çıkıyordu. Yüzü ve vücudu mosmor olmuş, ağzından köpükler çıkmağa başlamıştı.

Çar Nikola, zehri içer içmez hemen ölmemişti. Zehrin tesiri görüldüğü zamandan itibaren müthiş acılar içerisinde kıvranmağa başlamış ve bütün saraylıların, kumandanların ve doktorların gözü önünde çırpına çırpına can vermişti.
TARİHTEN BİR OLAY
Türkiye İkinci Dünya Savaşının ateşinin dışında, fakat vurguncuların pençesinde ve kötü bir hükumet yönetiminin tam içindeydi. Bundan dolayıdır ki ateşin harareti kaybolduğunda geçmiş tehlike unutulacak, hatta bir takım zibidiler "Memleketi... savaşa sokmamakla milletin erkekliğini öldürdüler" diye propaganda yapacaklar, buna karşılık çekilen sıkıntılar dilden dile hep nakledilecektir. Bunlardan dolayı da şahsen İsmet İnönü suçlu tutulacaktır. Milli Şef değil miydi ve mutlak gücü elinde bulundurmuyor muydu ?..

CHP'nin iktidarı terk etmesinden sonra İnönü ile karşısına çıkarılan bir çocuk arasında geçen konuşma ilgi çekici ve ibret verici olacaktır. Çocuk, İsmet Paşa'ya şöyle diyecektir:

"Ne yüzle buraya geliyorsun ? Sen bana şekeri 5 liraya yedirmedin mi ?"

İsmet Paşa da şu yanıtı verecektir:

"Ama seni babasız bırakmadım !.."

Babasız kalmayanlar babasızlığın acısını bilmiyorlar, fakat şekersiz kalanlar şekersizliğin tatsızlığını biliyorlardı...
"Bizim yüzümüz, her zaman temiz ve lekesiz idi ve daima temiz ve lekesiz kalacaktır. Yüzü çirkin, vicdanı çirkinliklerle dolu olanlar, bizim vatanseverce, vicdanlıca ve namusluca hareketlerimizi, küçük ve çirkin ihtirasları yüzünden çirkin göstermeye kalkışanlardır."
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

11 Mart 2014 Salı

NİLÜFER HATUN
 Yarhisar Tekfurunun kızı, Orhan Gazi'nin eşi ve Murat Hüdavendigarın annesi.

Asıl adı Holofira'dır; müslüman olduktan sonra Nilüfer adını almıştır. Bursa yöresinde yaptırdığı camilerle ve hayır işleriyle çok sevilmiştir. İsmi Bursa'da bir ilçeye verilmiştir. Kabri Söğüt'teki Orhan Gazi türbesindedir.

Osmanlı sultanlarından Orhan Gâzinin hanımı. Bursa civârındaki Yarhisar tekfurunun kızıdır. Bilecik tekfurunun oğlu ile düğünü yapılırken, tekfur, Osman Gâziyi dâvet ederek öldürmeye hazırlandı. Osman Gâzi dostu olan Harmankaya hâkimi Köse Mihal vâsıtasıyla durumu öğrenince, tekfurun bulunmamasından da istifâde ederek Bilecik Kalesini fethetti (Bkz. Osman Gâzi). Gelin alayı da basılarak dağıtıldı ve gelin esir alındı. Müslüman olan ve Nilüfer adını alan tekfurun kızı, Orhan Gâzi ile evlendirildi. Nilüfer Hâtundan Osmanlı Devletinin kuruluşunda büyük hizmetleri görülen Süleymân Paşa ve Murâd-ı Hüdâvendigâr dünyâya geldi. Orhan Gâzi serhat boylarında babasının vasiyeti gereği cihâd ederken, hanımı da ömrünü hayır işleri yaptırmakla geçirdi. Vefâtında Bursa-Tophâne semtindeki Orhan Gâzi Türbesine defnedildi.

Nilüfer Hâtun, daha önceki adı Odrises olan Bursa’nın doğusundaki çayın üzerine köprü yaptırarak bu çayın kendi adı ile anılmasına sebep oldu. Ayrıca Bursa Kalesinde bir câmi, kaplıca kısmında da bir tekke yaptırdı. Oğlu Murâd-ı Hüdâvendigâr ise annesi adına İzmit’te meşhûr Nilüfer Hâtun İmâretini inşâ ettirdi.
(Aşağıda solda oğlu I.Murad sağda eşi Orhan gazi)